Site icon Terrabayt

Hiçliğin Ölçütü Nedir?


Sonsuzluk, Virtüellik, Adalet

Hiçlik [nothingness]. Boşluk [void][1]. Maddenin yokluğu [absence]. Boş [blank] sayfa. Mutlak sessizlik. Şey yok, düşünce yok, farkındalık yok. Büsbütün ontolojik duyarsızlık.

Hiçlik hakkında biraz konuşalım mı? Ne var burada söylenecek? Nasıl başlamalı? Bizzat doğasını ve hatta belki olanaklılık koşulunu bozmadan, hiç [nothing] üzerine herhangi bir şey nasıl söylenebilir? Hiçlik üzerine söylenen herhangi bir söz, halihazırda hakkında konuşulan şeye dair performatif bir ihlal değil midir? Yalnızca ismini telaffuz ederken bile çok fazla şey söylemiş olmadık mı?

Belki de boşluğun [emptiness] kendi adına konuşmasına izin vermeliyiz.

Hiç olmazsa hiçi dinlemek her detayına harikulade bir özen göstermeyi gerektirir sanki. Hiçliğin en ince detaylarına ve farklarına göre ayarlayıp ona yakınlaşabilmek [zoom in] için kullanabileceğimiz aşırı hassas bir aygıta sahip olduğumuzu varsayalım.[2] Fakat hiçliğe yakınlaşmak, ona giderek artan bir hassasiyet ve keskinlik ile bakıp onu dinlemek, çok daha ince detayların düzeylerine geçmek ne anlama gelir? Ne yazık ki, kişinin böyle bir görev için kendisini nerede konumlandıracağını tasavvur etmek çok zor. Boşluktaki ölçeği ne tanımlar? Nedir boşluğun ölçütü? Hiçliğin ölçüsü nedir? Buna nasıl yaklaşabiliriz?[3]

Görünüşte, bunlar boş [vacuous] sorular gibi görünüyor, fakat burada görünenden fazlası olabilir. İlk olarak deney koşullarını ayarlamayı düşünelim: Bir vakum ile başlayalım. Eğer vakum her şeyin, tüm maddenin yokluğu ise, elimizde hiçbir şey [nothing] olmadığından nasıl emin olabiliriz? Bunu teyit etmek için ilk başta bir ölçüm yapmamız gerekecek. Vakuma bir el feneri tutabilir ya da başka bir alet de kullanabiliriz fakat bu sahneye en az bir foton (mikro derecede bir ışık huzmesi) sokmuş olacak ve bu şekilde bizzat aradığımız koşulları ortadan kaldırmış olacağız. Karanlığı görmek için ışığı açmak gibi. Niels Bohr’un kuantum fiziği yorumunda söz konusu olan böyle bir durum, olanak(sız/lı)lığın birbirini dışlayan koşullarını hatırlatıyor.[4]

Ölçümler dünya-yaratmadır: madde ve anlam önden var olmaz, daha ziyade bunlar ölçümün iç-ilişkisel edimleri vasıtasıyla birlikte kurulur.

Yakınlaşmak ya da bir şeyi bir kontrol çubuğuyla araştırmak gibi pratikler dahil olmak üzere, ölçümler, (soyut olarak) öylece gerçekleşmez —ölçümler, spesifik ölçüm araçları ve düzenekler [apparatus] gerektirirler. Ölçümler, öylece bir şeyleri açığa vurmaktan ziyade performatif olan, failî [agencial] pratiklerdir: ölçülen şeyin kurulumuna katkıda bulunurlar ve onun kurucu bir parçasıdırlar.[5] Bir başka deyişle, ölçümler, (etkileşimler [interactions, “karşılıklı edimler, ilişkiler”] değil) iç-ilişkisel edimlerdir [intra-actions][6]: gözlemin failleri gözlenen şeyden ayrılamazlar. Ölçümler dünya-yaratmadır: madde ve anlam önden var olmaz, daha ziyade bunlar ölçümün iç-ilişkisel edimleri vasıtasıyla birlikte kurulur.

Eğer ölçüm, iç-ilişkisel edimi ölçülen şeyde kurucu bir rol oynuyorsa, o zaman bir şeyin nasıl tetkik edildiği önem kazanmaktadır. Aslında bu, madde (ve enerji) deneylerinde ampirik olarak ortaya çıkar: elektronlar (ya da ışık) bir çeşit aygıtın kullanımıyla ölçüldüğünde dalga iken, tamamlayıcı bir şekilde ölçüldüğünde parçacıktır. Dikkat edilmelidir ki burada bahsettiğimiz şey basitçe nesnenin bir ölçümde başka diğer ölçümde başka şekilde tepki vermesi değil, fakat başka şekillerde var olmasıdır. Söz konusu olan şey bizzat doğanın doğasıdır. Kuantum ontoloji klasik ontolojiyi yapısöküme uğratır: etkileşimi önceleyen, belirlenmiş sınırları ve hasletleriyle önden var olan hiçbir bireysel nesne yoktur, ne de onların davranışlarını tanımlamak için kullanılabilecek belirlenmiş anlamları olan herhangi bir kavram vardır. Daha ziyade fenomenler-içindeki-nesnelerin muayyen sınırları ve hasletleri, ayrıca muayyen olumsal anlamlar özgül iç-ilişkisel edimler vasıtasıyla sahnelenir, burada fenomenler iç-ilişkisel edim halindeki faaliyetlerin ontolojik ayrılamazlığını teşkil eder. Ölçümler, maddi-söylemsel maddeleş(tir)me[7] pratikleridir. Fenomenler ise maddeleşmenin olumsal konfigürasyonlarıdır. Kuantum fiziğinin kalbinde içsel bir ontolojik belirlenimsizlik yatar. Bu belirlenimsizlik, spesifik fenomenlerin maddeselleşmesinde yalnızca kısmi bir şekilde çözülür: fenomenin bizzat kuruluşunda maddi olarak sahnelenen belirlenimlilik, her zaman (belirlenimsiz kalması gereken) kurucu dışlamaları gerektirir. Şimdi, maddenin farklı ölçüm pratiklerine göre farklı şekillerde maddeleşmesi bir şeydir, fakat, boşluğu ölçüyorsak, boşluğun da muhtemelen hiç olduğu bir durumda, ölçüm pratiğinin özgüllüğünün önem kazandığı bir hal var mıdır?

Tamamlayıcılık.[8] Olumsallık. Belirlenimsizlik. Ayrılmazlık. Bir şey, herhangi bir şey söyleme girişiminde, mevzu bahis olan hiçlik bile olsa olsa daima kendimizi kuantum belirlenim(siz/li)lik [in/determinacy] oyununun içinde buluruz.

Ölçümün —ya da daha geniş anlamda, iç-ilişkisel edimlerin— doğası üzerine sorular, kuantum fiziğinin merkezini oluşturur. İç-ilişkisel edimler, fenomenlerin yapımında bir fark yaratma, birlikte-ayrı kesme, (tek hamlede) dolanıklaşma-farklılaşma pratikleridir. Fenomenler —uzay-zaman boyunca madde/leşme dolanıklıkları— dünyanın içinde değillerdir, dünyanındırlar. Önemli bir husus ise şudur: iç-ilişkisel edimler insan-temelli ölçüm pratikleriyle sınırlı değildir. Aslında, vakumun keşfedilmesinde mevzu bahis olan sorular sadece bilgi arayışındaki insani keşif pratiklerine dair sorular değil aynı zamanda maddenin bizzat doğasına dek giden, yakıcı ontolojik meseleler olarak düşünülmektedir.

Kuantum fenomenlerin hepsinde olduğu gibi kuantum vakuma gelindiğinde de (epistemolojik belirsizlik değil) ontolojik belirlenimsizlik maddenin/meselenin [(the) matter] kalbindedir … madde [matter] olmayanın da. Aslında, söz konusu olan daha ziyade varoluşun, veya var olmayışın bizzat doğası ya da varoluşun/var olmayışın [non/existence] olanak(sız/lı)lık [im/possibilities] koşulları değil midir? … Veyahut vakumun kendisine sorup durduğu asıl soru da budur belki. Belki de hiçliğin yapısını ortaya çıkaran ya da daha ziyade onun bizzat yapısı olan şey süregiden bir kendini sorgulamadır. Şüphesiz vakum, varlık/ olmayan ile kendi deneylerini yapar.[9]

Belirlenim(siz/li)lik şeyin bir durumu değil, bitmeyen bir dinamizmidir. Belirlenim(siz/li)lik oyunu hiçl/şeyliğin [no/thingness] yapma/bozmalarından [un/doings] sorumludur.

Klasik fiziğin bakış açısından vakum maddeye ve enerjiye sahip değildir. Fakat kuantum ontolojik belirlenimsizlik ilkesi, enerji-sıfır, madde-sıfır durumunun var oluşunu sorgular, daha doğrusu bunu, üzerine uzlaşılabilir bir cevabı olmayan bir soru haline getirir. Sabit bir madde, daha doğrusu, madde yoktur. Eğer vakumun enerjisi kesin bir şekilde sıfır değilse, o zaman o kesin bir şekilde boş değildir. Aslında, bu belirlenimsizlik yalnızca boşluğun (herhangi bir şey de olmadan) hiç olmamasından sorumlu değildir, aslında her şeyin kaynağı, varoluşu doğuran rahim olabilir. Doğum ve ölüm yalnızca canlılar dünyasının ayrıcalığı değildir. “Cansız” varlıkların da sonlu yaşamları vardır. “Parçacıklar doğabilir ve ölebilir” diye açıklıyor bir fizikçi. Aslında “fizikte yeni bir konunun, kuantum alan teorisinin gelişimini gerektiren şey doğum, yaşam ve ölüm meselesidir … Kuantum alan teorisi yaşamın fani doğasına bir cevaptır.”[10]

Kuantum alan teorisi (KAT) 1902’lerde icat edildi ve gelişimi günümüzde halen devam etmektedir.[11] KAT, elektromanyetizmin klasik alan teorisinin (19. yüzyılın ortaları), özel göreliliğin (1905) ve kuantum mekaniğinin (1920’ler) iç görülerini birleştiren bir teoridir. KAT, kuantum vakumun ve onun çıkarımlarının anlaşılmasında bizi daha derin bir seviyeye taşır. KAT’a göre vakum, kesin bir biçimde hiç olamaz, zira belirlenimsizlik ilkesi kuantum vakumun dalgalanmasına imkân verir.[12] “Vakum dalgalanmalarını” nasıl anlayabiliriz? İlk olarak, fizikçilerin alan kavramıyla ne kast ettikleri hakkında birkaç şey bilmek gereklidir.

Bir alan, uzay-zamandaki her noktayla ilişkili fiziksel bir niceliğe sahip bir şeydir.[13] Çok basit bir alan örneği üzerine düşünelim: uzayın her noktasındaki zamanla-değişen bir yerdeğişim değeri atanabilecek sonsuz bir davul derisi. Eğer davul derisi titreşmiyorsa, o zaman tamamen düzdür ve her yerde eşit değere sahiptir —buna sıfır değer diyelim, bu yerdeğiştirmenin [displacement] yokluğuna tekabül eder. Eğer bir davulcu davulun derisine vurursa, davul derisi titreşir ve vurulan noktadan etrafa bir enerji dalgası yayılır. Bu durumda, yerdeğiştirme dalgası yüzey boyunca yayılırken, alan değerleri uzay ve zamanda çeşitlenir. Buraya kadar klasik alan teorisini anlattık: tamamen hareketsiz davul derisi klasik vakumu (ya da enerji-sıfır durumu), titreşen davul derisi ise sıfır-olmayan-enerji durumunu temsil ediyor. Şimdi, kuantum fiziğini ekleyelim. Alanı nicel hale getirmek [quantizing] yalnızca belli münferit titreşim durumlarının var olması demektir. (Eğer davulun farklı titreşim modlarının olduğunu düşünmeye alışık değilseniz, sadece münferit durağan dalga kümeleri ya da harmonileri olan yaylı çalgıları hayal etmek daha kolay olabilir.) Şimdi özel göreliliği, özellikle, madde ve enerjinin eşit olduğu görüşünü (E = mc2) ekleyelim. Alanın titreşimi enerji taşıdığı, yalnızca enerji hallerinin münferit bir kümesinin var olabildiği ve her enerji durumuna bir kütle değeri tayin edildiği için, o zaman belirli bir frekans ve enerjide titreşen bir alanın, belirli bir kütledeki maddenin parçacıklarının var oluşuna denk olduğunu görebiliriz. Kuantum parçacıkları ve nicelleşmiş alanların arasındaki bu mütekabiliyet KAT’ın mihenk taşıdır.

Şimdi sorumuza geri dönelim: bir vakum dalgalanması nedir? Davul örneğine göre, kuantum vakum, yerdeğiştirmelerin ortalama değerinin her yerde sıfır olduğu bir duruma denk gelecektir, yani davula vuran bir davulcu yoktur. Hal böyleyken, davul derisinin durağan olacağı henüz garanti edilmez, daha doğrusu, davul çalma dahil bütün dışsal müdahalelerin yokluğunda bile davul derisinin tamamen hareketsiz olup olmayacağı kesin bir biçimde bilinemez. Bir başka deyişle, vakum dalgalanmaları, vakumun ya da enerji-sıfır durumunun belirlenimsiz titreşimleridir.

Bu hususu alan değil de parçacıkların tamamlayıcı diliyle ifade edecek olursak, vakum dalgalanmalarını virtüel parçacıkların var oluşu bakımından anlayabiliriz: virtüel parçacıklar boşluk dalgalanmalarının nicemidir. Yani, virtüel parçacıklar, nicelleşmiş eylem-halindeki-belirlenimsizliklerdir. Kabul bunu tasavvur etmek, genelde ona dair yapılan açıklamalardan bile daha zordur. Alışılageldik bilgiye göre, virtüel parçacıklar çok kısa ömürlü teşekküllerdir, o kadar hızlı var olur ve yok olurlar ki tespit edilemezler. Bu nedenle de gerçek [actual] parçacıklarla aynı anlamda gerçek değildirler. Ancak bunu bu şekilde ortaya koymak yanlış bir zamansallığa ve ontolojiye sebep olur. Virtüellik süratli bir dönüş, süratle var oluşa girip çıkmak değildir, daha ziyade varlık/var olmamanın belirlenimsizliği, hayalet-vari bir varoluş/var olmayıştır. Bir başka deyişle, parçacık-antiparçacık çiftlerini, hesap defterinde eksik bir şey olduğunu kimse fark etmeden kasadan çabucak para alıp tekrar yerine koyan bankacı misali süratle var olup yok olan, biz daha ne olduğunu anlayamadan hızla, yani saf hiçlikte hiçbir ayrışma hesap edemeden olup biterse hiçten ettiği yanına kar kalan şeyler gibi yansıtan, kuantum vakum dalgalanmalarını üstü kapalı virtüel etkinliğin alanı olarak tasvir eden yaygın açıklama tartışmaya açıktır. Vakum bir üçkağıtçı, etik açıdan kuşku uyandıran, müphem bir karakter değildir.[14]  Vakum bilakis hayaletimsi bir var oluşu olan spektral bir sahadır. Hiç bile hayaletlerden muaf olamaz.[15] Virtüel parçacıklar mevcudiyet metafiziğinin içinde dolanmazlar. Uzay ve zamanda var olmazlar. Onlar, varlıkla yokluk arasındaki sonsuzca ince bıçağın ucunda salınan hayalet-vari varoluş/var olmayışlardır. Belirlenimsizliğin dilinden konuşurlar. Daha doğrusu, vakum belirli hiçbir sözcük telaffuz etmez, yalnızca ne sessizlik ne de konuşma olan, fakat varoluş/var olmayışın olanak(sız/lı)lık koşulları olan konuşan bir sessizliktir. Sonsuz sayıda olanak(sız/lı)lık vardır fakat her şey olanaklı değildir. Vakum boş değildir, ne de içinde herhangi/bir şey [any/thing] vardır. Dolayısıyla, belirlenimsizliğin yalnızca maddenin varoluşu açısından değil aynı zamanda var olmayışı açısından da asli olduğunu, daha doğrusu varoluş/var olmayış oyununun anahtarı olduğunu görebiliriz.

Virtüel parçacıklar vakumun içinde değildir, vakumundurlar. Onlar, varlık(-olmayan)ın keskin ucundadırlar. Vakum canlı bir gerilim, varlığa/oluşa dönük arzulayan bir yönelimdir. Vakum arzulayan özlemle [yearning] doludur, olabileceklere dair sayısız tahayyülle coşar. Farklı frekansların, perdelerin, tempoların, melodilerin, gürültülerin, pentatonik dizilerin, haykırışların, patlamaların, sirenlerin, iç çekmelerin, senkopların, çeyrek tonların, allegroların, ragaların, bebopların, hiphopların, hıçkırıkların, sızlanmaların, çığlıkların patlamaya hazır sessiz kakafonisi, patlamaya hazır bir halde sessizliği deler geçer ama aynı zamanda bir aksama keser bu kakafoniyi, ses-olacak olan şeyi, belirlenimsiz bir sesler senfonisi olan varlık/var olmayanın içinde dağıtır, çözer. İfadeye özlem duyan her sembolün, denklemin, kelimenin, kitaplığın, noktalama işaretinin, sesli harfin, diyagramın, karalamanın, yazıtın, grafiğin, mektubun, mürekkep lekesinin olası izlerinin arzularıyla dolu boş sayfa. Boşluğun [emptiness] coşkusu.

Özlem duymanın ve tahayyül etmenin maddi bir etkisinin olmadığını bir an bile düşünmeyin. Virtüel parçacıklar varlık/var olmayanın olanak(sız/lı)lığını deneyimliyorlar fakat bu onların gerçek olmadığını göstermez, bilakis. Şu yakın tarihli manşete bakalım: “Kanıtlandı: Madde Vakum Dalgalanmalarından İbarettir.”[16] Makale, (çekirdeği ve dolayısıyla atomun ekseriyetini oluşturan) proton ve nötron kütlesinin büyük bir kısmını, kütlesinin yalnızca yüzde 1’ine tekabül eden parçacıkların (kuarklardan) değil virtüel parçacıkların sunduğu katkının oluşturduğunu açıklamaktadır. Bunu daha iyi anlamaya çalışalım. Tek bir parçacığı düşünelim. Klasik fiziğe göre, bir parçacık kendi başına durabilir. Boşluğa öylece bir parçacık yerleştiriyoruz —Demokritosçu bir haz. Fakat KAT’a göre, fiziksel bir parçacık, elektron gibi (sözde) yapısı olmayan bir nokta parçacık, vakumda bağımsız bir teşekkül olarak bulunmaz, aslından o vakumdan ayrılamaz. Elektron, virtüel parçacıklarla girdiği iç-ilişkisel edimleri “giyinen” yapısız bir nokta parçacıktır: o virtüel parçacıkların mübadelesi dolayımında kendisiyle (ve diğer parçacıklarla) iç-ilişkisel edimlere girer. (Örneğin, bir elektron, virtüel bir fotonun ya da başka virtüel parçacıkların mübadelesiyle kendisiyle iç-ilişkisel bir edime girebilir ve bu virtüel parçacık daha sonra başka virtüel iç-ilişkisel edimlere girebilir vesaire.) Her iç-ilişkisel edim olanaklı değildir ama olanakların sayısı sonsuzdur. Aslında, bu sonsuz sayıdaki virtüel iç-ilişkisel edimlerin enerji kütlesi, elektron kütlesine sonsuz bir katkıda bulunur. Fakat, fiziksel bir elektronun kütlesi (aslında bizim bakış açımıza göre oldukça küçüktür) nasıl apaçık bir şekilde sonlu olabilir? Fizikçilerin açıklamasına göre yalnız (“çıplak”) nokta parçacığın katkısı da sonsuzdur (elektronun negatif yükünden ötürü sonsuz negatiftir) ve iki sonsuzluk (çıplak elektronun ve boşluğun kendi enerjisinin sonsuzluğu) uygun bir şekilde birbirine eklendiğinde, toplam herhangi bir sonlu sayı olmakla kalmaz, elektron kütlesinin ampirik değeriyle eşleşen bir sonlu sayıdır![17] Bir başka deyişle, bir elektron yalnızca “kendisi” değildir, aynı zamanda belirlenimsiz sayıda virtüel parçacık “bulut”unu da içerir. Bütün bunlar inanılması zor bir hikayeymiş gibi görünebilir ama boşluktaki dalgalanmaların doğrudan ölçülebilir sonuçlarının olduğu görülmüştür (örneğin, Lamb kayması, Casimir etkisi, elektronların kural dışı manyetik momenti).[18]

Yani maddenin en küçük zerresi bile muazzam bir çokluktur. Her “birey” tüm Ötekilerle mümkün bütün virtüel iç-ilişkisel edimlerinin tarihinden yapılmıştır. Belirlenimsizlik, varlık/varlık olmayanın temellerini tedirgin eden özdeşliğin kuruluşu/bozuluşudur. O halde Derrida’yla birlikte şunu söyleyebiliriz: “özdeşlik … kendisini yalnızca, kendisinden farklılaşmaya ya da kendisiyle farklanmaya açmak yoluyla bir özdeşlik olarak olumlayabilir. Kendisinden ve kendisiyle bir fark olarak benliğin koşulu, onun tam aradığı şeydir … evdeki yabancı.”[19] Bireyler tüm Ötekilere sonsuz minnettardırlar. Bu, alış/verişi takip eden ve onun sonucunda ortaya çıkan bir borçluluktansa, alma/vermenin olanaklılık koşulunu sağlayan bir minnettir.

Ontolojik belirlenimsizlik, radikal bir açıklık, olanakların sonsuzluğu maddeleşmenin/anlam-önem kazanmanın özünde yer alır. Ne gariptir ki sonsuz açıklığında belirlenimsizlik, istikrar(lı/sız)lığı dinamik bir şekilde yeniden konfigüre eden tüm yapıların olanaklılık koşuludur. Mükerrer maddeselleşme halindeki madde, dinamik bir belirlenim(siz/li)lik oyunudur. Madde asla oturmuş bir mesele değildir. O her an ve halihazırda radikal bir biçimde açıktır. Olanak(sız/lı)lık koşulları ve yaşanan belirlenimsizlikler, maddenin olduğu şeyin tamamlayıcısı değil de ayrılmaz bir parçası olduğunda, kapanma, sonlanma garanti edilemez.

Hiçlik, yokluk değil açıklığın sonsuzca bolluğudur. Sonsuzluklar yalnızca matematiksel idealleştirmeler değil aynı zamanda belirlenim(siz/li)liğin vücut bulmuş işaretleridir. Sonsuzluklar, tüm maddi “sonlulukların” veya “yakınlıkların” ( “bir şeyle ilgili veya onun sınırında; bağlantı, ilişki”den gelen Latince’deki affinities [yakınlık]) kurucu parçasıdır.[20] Temsil, tarih boyunca kusurlarını itiraf etmiştir: Sonsuzun en soluk gölgesini bile aksettirmekte yetersiz iken sonluluğumuza lanet eden aşkınla baş etmekteki kabiliyetsizliğine boyun eğmiştir. Fakat dikkatlice dinlersek, sonsuzluğun en ince detayına bile nüfus eden fısıltılı mırıltıları duyabiliriz. Sonsuzluk, hiçliğin süregiden maddi yeniden konfigürasyonudur ve sonluluk, sonsuzluğun bir mağara duvarına düzleştirilmiş, küçültülmüş izdüşümü değil sonsuz bir zenginliktir. Eksiklik olarak sonluluk fikrinde bir şeyler eksiktir. Sonluluğun, sonlu tezahüründe sonsuzu taşıma kabiliyetinin eksik olduğu varsayımı ampirik olarak temelsiz görünür ve her an halihazırda oyunda olan karar verilemezlik/belirlenimsizliğin sonsuz failî kaynaklarını susturur. Sonsuzluk ve hiçlik bir çizgiyi tanımlayan bitiş noktaları değildir. Sonsuzluk ve hiçlik sonsuzca birbirinin içinden geçerek birbirlerine karışırlar, öyle ki birinin her bir sonsuzca küçük parçası her zaman diğerini içerir. Adaletin tecelli etme olanakları sonluluğun her bir zerresinde mevcuttur.


[1] Aksi belirtilmedikçe, bu metinde nothingness “hiçlik”, void “boşluk”, absence “yokluk”, nothing “hiç”, vacuum “vakum” olarak çevrilmiştir.  Bunların yanında orijinal metinde Barad boşluk ile tınıları olan vacuous, lack, blank gibi kelimeler kullanıyor. Bu kelimeler de boşluk anlamlarına yakın çevrildi. (s.o.n.).

[2]Makale boyunca sinestetik ifade ve onun saptanması imkânı da dahil duyulamaz olanın duyumlanması olanaklarının çokluğuna karşı bir jest yapma biçimi olarak duyumlamanın farklı kipselliklerine başvuruyorum ve bazen onları birbirine karıştırıyorum. Sinestetik deneyimin duyusal yoksunluk vasıtasıyla uyarılmasının bilimsel kanıtı bu bağlamda en azından çağrıştırıcıdır. Örneğin, Pegah Afra, Michael Funke ve Fumisuke Matsou’nun “Acquired Auditory Visual Synesthesia: A Window to Early Cross-Modal Sensory Interactions” kritiği, Psychology Research and Behavior Management 2 (2009), s. 31–37; ve David Brang ile V. S. Ramachandran, “Survival of the Syntheshesia Gene: Why Do People Hear Colors and Taste Words?” PLoS Biol 9, no. 11: e1001205. doi:l0.1371/ journal.pbio.1001205.

[3]Bu metne hiçliğe yakınlaşma fikriyle başlarken, okurun yanlış anlamasını ve belirlenimsizliğin, daha doğrusu belirlenim(siz/li)lik oyununun küçüğün alanı ile sınırlı olduğunu düşünmesini istemem. Tersine, belirlenimsizliklerin oyunu ölçek ile daha genel olarak uzay ve zaman mefhumunu ontolojik olarak önceler. Yalnızca günümüzün teknolojisiyle, nispeten küçük ölçeklerde daha kolay tespit edilebiliyorlar.

[4]Barad’ın metinlerine baktığımızda kesme işaretinin birçok kavram için, sıklıkla kullanıldığını görürüz; okumakta olduğunuz metinde de im/possibilities, non/being, in/determinacy, no/thingness, un/doings, non/existence ifadelerinde kesme işareti var. Barad’ın bu kullanımının özel bir anlamı var.  Örneğin, im/possibilities, (ya da metinde çevrildiği haliyle) “olanak(sız/lı)lık” herhangi bir şey “hem olanaklıdır hem olanaksızdır”, veya “ya olanaklıdır ya da olanaksızdır” anlamına gelmez.  Barad, olanaklılık ve olanaksızlığın birlikte/ayrı kesilmiş (cutting together-apart) olduğunu söyler; birlikte/ayrı kesilmeyi tek hareket olarak tanımlar ve birlikte/ayrı kesilen şeylerin birbirlerinden mutlak olarak ayrılamayacaklarını, aralarına mutlak bir sınır konulamayacağını ifade eder. Bir başka deyişle, kuantum dolanıklığı ilkesini yazıya uyarlar. Birlikte/ayrı kesme, Barad’ın en temel kavramlarından birinin temelindedir aynı zamanda: intra-action, ya da Türkçe çevirisi ile iç-ilişkisel edim kavramı da (bkz. dipnot 6) ilişkilerin, edimlerin ve (kuantum) alanın(ın) birlikte/ayrı kesildiklerini söyler.  Üçlü bir belirlenim vardır: edimlerden ayrı ilişkiler düşünülemez, ilişkiler alandan ve edimlerden ayrı değilleridir; alan ne edimlerin dışındadır ne de ilişkileri önceler. Dolayısıyla Barad’ın bu kullanımı hem ontolojik bir ilkeye gönderme yapar, hem de onu yazıya taşır. Metin içerisinde KAT ile ilgili yerleri okurken, ya da, örneğin ‘davul zarı’ metaforuyla karşılaşıldığında bu kullanımın akılda tutulması şiddetle önerilir. Karen Barad’a beni birlikte/ayrı kesme ifadesine yönelttiği için teşekkürlerimle (s.o.n.).

[5]Kuantum fiziğinde ölçümün ayrıntılı bir tartışması için bkz. Karen Barad, Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning (Durham, N. C.: Duke University Press, 2007).

[6]Muhtemelen Türkçeye tercümesi en netameli Barad kavramı intra-action’dur. Kavramın ismi, yani intra-action İngilizcede (ve muhtemelen pek çok Latin kökenli diğer dilde), interaction terimiyle girdiği ilişki bakımından son derece anlaşılabilir bir zemine oturuyor. Bir türetme olmasına rağmen, örneğin İngilizce okuyan biri, intra-action’un verdiği yenilik hissini yitirmeksizin, kavramın ismi sayesinde, onu anlamanın çok da uzağına düşmezdi, muhtemelen. Barad (ve yeni materyalizm) literatürünün Türkçeye girişiyle birlikte, bu kavram da çeviri diline girdi ama ona şimdiye dek üzerinde uzlaşılan hiçbir karşılık bulunamadı. Her metin kavramı anlamlı bir sözcük (veya söz öbeğiyle) karşılamak için elinden geleni yaptı. Barad’ın metinlerinden yapılan ilk tercümelerden birinde, Öznur Karakaş ve Nalan Kurunç (çevirmen) ile Evren Yurttaş (redaktör), bu kavramı “edim-içi ilişki” olarak karşıladı (“Madde Hisseder, Konuşur, Acı Çeker, Arzular, Özler ve Anımsar: Karen Barad ile Röportaj [1]”, terrabayt). Aynı söyleşinin yer aldığı Yeni Materyalizm: Görüşmeler ve Kartegrofiler (Yort Kitap, 2019) kitabının çevirmeni Esra Erdoğan “iç-etkileşim” olarak, McKenzie Wark’ın Moleküler Kızıl (Metis Yay., 2020) kitabının çevirmeni Cemal Yardımcı ise “eylem-içi etki” olarak karşıladı. Bu üç öneri de kavramın anlamına sadık bir isim bulmaya çalışan güçlü öneriler (özellikle Karakaş, Kurunç ve Yurttaş’ın yukarıdaki linkten erişebileceğiniz tercümelerinde kavrama düştükleri dipnot da çok aydınlatıcı). Yukarıdaki 4. dipnotta Sanem Güvenç’in de vurguladığı üzere intra-action bir “birlikte oluşum” kavramı: alanı, edimleri ve ilişkileri bir birlikte oluşum halinde düşünmek için üretilmiş bir kavram. Daha geniş çerçevede ise, intra-action, edimi illaki tözsel, görece istikrarlı bir kaynakla, nokta-parçacık olarak tasavvur edilen bir etken, fail, özne, beden, ego, ruh, bilinç vs. ile ilişkilendirmeyi dayatan (Friedrich Nietzsche’nin deyimiyle) bir gramer alışkanlığına karşı yaratılmış bir kavram. Kavramın işleyişi kendisini yeterince anlatıyor: ortada bulunan istikrarlı gibi görünen özneler, failler, nesneler, parçacıklar türünden varlıklar edimlerin, ilişkilerin kaynağı olmadan evvel, bir dizi edimin, ilişkinin içinde diğer varlıklar ile-birlikte oluşmuşlardır. Intra-action işte bu türden edim ve ilişkileri imliyor. Biz, diğer çevirmenlerin, redaktörlerin, editörlerin şimdiye kadar bu terime karşılık olarak önerdikleri tüm sözcük ve söz öbeklerinin kesinlikle yanlış olmadığını düşünsek de, Barad’ın yaptığı türetmenin ruhuna daha uygun bir türetme önermek istedik. Barad bu kavramı interaction ile karşı karşıya koyuyor, yani önden varolan nokta-parçacıklar “arasındaki”, “karşılıklı ilişkileri” betimleyen etkileşim teriminin. Interaction Türkçeye ayrıca “karşılıklı etki, karşılıklı ilişki, karşılıklı edim” olarak da çevriliyor veya çevrilebilir. Biz, çok daha nadir kullanılsa da, “karşılıklı edim” sözcük öbeğinin, interaction’un en tam, sözcüğü sözcüğüne karşılığı olduğunu düşünüyoruz (“etkileşim” kadar güzel olmasa da). Bu açıdan, intra-action’un da, başındaki intra- (iç) ön ekine nispetle, kavramın dolaysız çevirisinin “iç-edim” olduğunu,  fakat semantik olarak “karşılıklı edim”in ya da “etkileşim”in interaction’un ilişkiselliğini ifade etmekteki hünerinin karşısında, “iç-edim”in intra-action’un imlediği ilişkiselliği ifade etmekte güçsüz kaldığını düşünüyoruz. Nitekim söz konusu çeviri bolluğunun muhtemel bir sebebi de budur. Türkçede kaçınılmaz bir “uydurma” hissinden âzâde olmasa da (ki bize göre semantik aşinalığın kırılması, ufak bir yabancılaşma yaratması bakımından Barad’ın intra-action’u da aslında belirttiğimiz gibi bir “yenilik hissi” yaratıyor), İngilizcede Barad’ın intra-action’u interaction’un karşısına yerleştirmesi gibi, biz de böylece “karşılıklı edim”in (etkileşimin) karşısına hem kavramın ilişkisel anlamını taşıyan hem de vurguyu edimsellikte yoğunlaştırmış bir çeviri olarak “iç-ilişkisel edim”i çıkarabiliyoruz (Oğuz Karayemiş, Umut Kesikkulak ve Sanem Güvenç).

[7]“Practices of mattering”, yani “maddeleş(tir)me pratikleri” kavramında, “mattering” kelimesinin “önemseme, önem verme, önemli kılma” gibi anlamlar alabileceği de akılda tutulmalıdır. Nihayetinde Barad bu kavramı bu iki anlamıyla birden kullanıyor (red. n.).

[8]Bohr’un tamamlayıcılık mefhumu gündelik dildeki kullanımı takip etmez. Bohr “tamamlayıcılık” ile eş zamanlı olarak “karşılıklı dışlayıcı” ve “karşılıklı zorunlu” olanı kast eder.

[9]Meeting the Universe Halfway’da (4. dipnota bakınız), epistemolojinin sorularının ontolojinin sorularından ayrı olmadığını iddia ediyorum. Bilmek de yalnızca insanın ayrıcalığı değildir. Aslında, kuantum fiziğinin ışığında (insanları içeriyor olsa bile) bilmenin yeniden çalışılmasını öneriyorum. Her durumda, “yakınlaşmanın” yalnızca insana has bir etkinlik olmadığını görmek kolaydır. Örneğin, güneş patlaması dalış böceği [Thermonectus marmoratus] larvaları iki odaklı lens ile donatılmıştır. Ve güneşten yayılan ışık, yani farklı frekanstaki fotonlar ve de diğer parçacıklar, insan yardımı olmaksızın farklı uzunluk ölçeklerini araştırabilme yeterliliğine sahiptir.

[10]A. Zee, Quantum Field Theory in a Nutshell, 2. baskı (Princeton, N. J.: Princeton University Press, [ilk baskı 2003]), s. 3–4.

[11]Bkz. Silvan S. Schweber, QED and the Men Who Made It (Princeton, N. J.: Princeton University Press, 1994).

[12]Yani, enerjisinin sıfır değeri etrafındaki dalgalanmalara izin verir.

[13]Örneğin, bir mıknatısın mevcudiyetinde sıra oluşturan demir tozlarının yaptığı özgül desenler, özgül manyetik alan konfigürasyonlarının işareti olarak anlaşılabilir.

[14]Virtüel parçacıkların varlığı hakkında sık sık anlatılan hikaye, bunların Heisenberg’in belirsizlik ilkesinin doğrudan bir sonucu olduğudur. Fakat enerji-zaman “belirsizliği” [uncertainty] (metinde böyle) ilkesi çözülmüş bir mesele olmaktan bir hayli uzaktadır. Bilhassa, son araştırmalar bu ilişkinin belirsizlikten çok belirlenimsizlik açısından yorumlanmasını desteklemektedir. Yani, söz konusu olan epistemolojik belirsizlik değil, “nesnel [ontolojik] belirlenimsizlik”tir (Paul Busch). Örneğin, bkz. Paul Busch, “The Time-Energy Uncertainty Relation”, Time in Quantum Mechanics içinde, ed. Juan Gonzalo Muga, Rafael Sala Mayato, ve Iñigo L. Egusquiza, 2. baskı (Berlin: Springer, 2008 [ilk baskı 2002]). Ayrıca, belirsizliğe (Heisenberg) karşı belirlenimsizlik (Bohr) sorularının işaret ettiği yorum farklılıklarının detaylı bir açıklaması için bkz. Barad, Meeting the Universe Halfway (3. nota bakınız).

[15]Derrida’nın (“ontoloji”ye karşı) “musallatbilim”inin [hauntology] materyalist okumaları için, bkz. Karen Barad,  “Quantum Entanglements and Hauntological Relations of Inheritance: Dis/continuities, Space Time Enfoldings, and Justice-to-Come”, Derrida Today 3, no. 2 (2010), s. 240–68; Vicki Kirby, Quantum Anthropologies: Life at Large (Durham, N. C.: Duke University Press, 2011) ve Astrid Schrader, “Responding to Pfiesteria piscicida (the Fish Killer): Phantomatic Ontologies, Indeterminacy, and Responsibility in Toxic Microbiology”, Social Studies of Science 40, no. 2 (April 2010), s. 275–306.

[16]Stephen Battersby, New Scientist, Kasım 20, 2008. www.newscientist.com/article/dn16095-its-confirmedmatter-is-merelyvacuum fluctuations.html (Şubat 2012’de erişildi).

[17]Her sonsuzluğun aynı boyuta sahip olmadığını hatırlamak yardımcı olabilir. Örneğin, reel sayıların sayısı (sayılamayacak kadar sonsuz bir küme), tam sayıların sayısından (sayılabilir bir sonsuz küme) daha büyüktür.

[18]Wikipedia bu fenomenlerin nispeten erişilebilir açıklamalarına sahiptir.

[19]Jacques Derrida, Aporias (Stanford: Stanford University Press, 1993), s. 10.

[20] Barad burada infinity ve finitude kelimelerinin Latince kökeni olan affinities kelimesine gönderme yapıyor (s.o.n.).


Yazıyı Umut Kesikkulak çevirdi, Oğuz Karayemiş redakte etti ve Sanem Güvenç son okumasını yaptı. Yazının Terrabayt için redaksiyonunu ve son okumasını Öznur Karakaş gerçekleştirdi. 

Exit mobile version