Site icon Terrabayt

Güneş Çarpması

Antik çağlardan beri güneş, dünyevi ve ilahi otoriteyle bağlanlantılandırılmıştır. Bir Hindu tanrısı olan güneş tanrısı Sūrya’ya, Hindistan’daki güneş tapınaklarında ibadet edildi. Dördüncü yüzyılda, Roma İmparatoru Julian’ın yönetimi altında, parlak bir taç ve atlı bir araba ile tasvir edilen Sūrya gibi antik Helios, merkezi tanrı haline geldi. 363’teki yaz gündönümünden birkaç gün sonra, arkadan ölümcül şekilde bıçaklanan Julian, ellerini güneşe doğru açarak Sol Invictus’a son sözlerini söyledi: “Ah Galileli, fethettin!” Besleyici ve yıkıcı, dünyadaki yaşamın nihai kaynağı olan güneş, ekolojik ütopyacılıktan Solarpunk’a kadar bugün radikal siyasette önemli bir rol oynamaya devam ediyor.

Küresel çevre krizi ve pandemi zamanlarında yazılan Oxana Timofeeva’nın Solar Politics adlı kitabı ekoloji ve radikal siyasete bakış açılarını temelden değiştirmeye yönelik cesur ve kışkırtıcı bir girişim. Okuyucuyu Kazak bozkırındaki inşa edilmemiş Güneş Şehri’nden Hegel’in Fenomenolojisine götüren kitap, Georges Bataille’ın çağdaş çevrecilikle olan bağlantısını ortaya çıkarmayı amaçlıyor. Cömertliği ve bolluğu temel alan genel ekonomisi, kapitalizmin geniş sömürgeciliğe dayanan kısıtlayıcı ekonomisine bir alternatif olarak sunuluyor.

Oxana Timofeeva, Solar Politics (Cambridge: Polity Press, 2022)

Timofeeva’ya göre tüm ütopik vizyonlar bir “güneş ruhu”nda birleşir. Sömürüyü yenen güneş enerjisi, insan ve insan olmayan varlıklar arasında bir “kozmik dayanışma” duygusu yaratır. Buna göre, güneş siyaseti “güneşin ne efendi ne de köle olduğunun kabul edilmesiyle başlar, tapınma ve doğal kaynakların çıkarılmasının yarattığı Prometheuscu kısır döngüyü kırar.”

Timofeeva’nın öngördüğü, insanların doğayla uyum içinde yaşadığı idealize edilmiş, pastoral bir duruma dönüş değildir. Antroposen’in son aşaması olarak güneşi kolonileştirmek iddiasında da bulunmaz. Güneş politikası, mevcut güneş enerjisi vizyonlarını radikalleştiren ve onları pratiğe dönüştüren bir tür ara yoldur. Gaia paradigması gibi diğer çevreci felsefelerin aksine, güneş politikası Prometehuscu geleneği terk etmez, onu içeriden devirmeyi amaçlar:

Solar Politics, iklim değişikliğini sömürgeleştirilmiş Dünya’nın bir isyanı veya ezilen doğanın devrimci hareketi olarak yeniden düşünmekten, genel grevi güneş grevi olarak geliştirmeye ve mücadeleleri ve devrimci hareketleri kaçınılmaz iklim değişikliği olarak sömürgelikten çıkarmaya doğru ilerler.”

Bununla birlikte, Timofeeva’nın diğer ekolojik projelerle paylaştığı şey, bariz bir şekilde insandışı etkenleri merkeze almasıdır. Güneş politikası, güneşi nesneleştirmek veya ondan enerji çıkarmak yerine, güneşe ışıl ışıl bir yoldaş gibi davranır. Kısacası, güneş siyaseti, güneşi sömürgeleştirmekten çıkarmayı amaçlar. Fakat bu radikal siyaset neye benzeyebilir? Ve güneşe bir yoldaş gibi davranmak ne anlama geliyor? Daha fazla netlik kazanmak için Timofeeva’nın Bataille’ın genel ekonomisini kılavuz olarak alan kavramsal çerçevesine bakmamız gerekiyor. “İki Güneş ve Şehir” adlı girişte, Timofeeva, Platon’un Devlet‘indeki VI. Kitaptan Rönesans düşünürleri Marsilio Ficino ve Tommaso Campanella aracılığıyla Bataille’in 1930’lardaki deneysel yazılarına kadar “ütopik bir güneş geleneği”nin izini sürüyor.

Bu geleneğin ana sembolü, güneşin garip bir şekilde ikilemesidir. Devlet‘teki, ünlü mağara alegorisinden önce, Sokrates görünen ve görünmeyen, fiziksel ve ruhsal güneş arasında ayrım yapar. Timofeeva, Platon’un güneş metafiziğini diyalektik bir şekilde okur ve “güneş ve göz, sanki ışığın sardığı şeylerin katmanları aracılığıyla birbirlerine bakıyormuş gibi iletişim kurarlar ve biri diğerini yansıtır,” der. Güneşe bakmaya devam ederiz ve Timofeeva’nın Bataille’den alıntıladığı gibi kör olmasına rağmen güneşin ilahi gözü de bizim gözümüzden kendine bakar. Timofeeva’ya göre, genel ekonomi teorisinde Bataille, güneş hakkında gerçekten kozmik bir bakış açısı geliştiren ilk kişiydi. The Solar Anus‘ta (1931) tanıtılan merkezi olmayan evrende, güneşin “parlak şiddeti”, patlayan bir yanardağ gibi, güneş ışınlarıyla yeryüzüne nüfuz eder.

Timofeeva, Rotten Sun‘da (1930) ortaya çıkan şiddetli, karanlık güneşi; Nick Land’in The Dark Enlightenment‘ı gibi daha sonraki neo-gerici hareketlerde benimsenmesinden ayırır. Başka bir bölümde, radikal teorilerin her zaman kötüye kullanılma riski altında olduğunu belirtir. Bu nedenle, belirsiz fikirlerin mirası için mücadele etmek bizim sorumluluğumuzdur. Bataille’ın kara güneşi, ona göre, insanlık ve güneş şiddeti arasındaki kaçınılmaz bağa işaret eder. Bir önceki kitabı Hayvanların Tarihi, Felsefi Bir Deneme‘de (2018) ortaya konulan insan ve insan olmayan arasındaki dolanıklık, yine Solar Politics‘in merkezinde yer alır. Timofeeva’nın büyüleyici marifeti, insan dışı başkalığı kendi içimize yerleştirmesidir. Solariteyi düşünmek, “insanın içinde onu yılana, yanardağa veya güneşe bağlayacak insandışı bir unsur bulmak” anlamına gelir.

Birinci bölüm olan “İki Tür Şiddet”te Timofeeva, cüretkâr ve hatta zaman zaman uzun soluklu bir Georges Sorel, Walter Benjamin, Hegel, Frantz Fanon ve Bataille okuması yapar ve buna, Rusya’da manşetlere çıkan Khachaturyan kız kardeşlerin tacizci babalarını öldürmesi olayı gibi pek çok örnek verir. 2019’da Moskova’da sahte seçimlere karşı yapılan protestolar gibi kendi ülkesindeki özgürleştirici şiddete ilişkin analizi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra daha da anlamlı hale geldi. 24 Şubat’tan kısa bir süre sonra, St. Petersburg’daki Avrupa Üniversitesi’nde profesör ve “Chto Delat?” [Ne Yapmalı?] sanat kolektifinin üyesi olan Timofeeva, Rusya’da ikamet eden ve savaşa açıkça karşı çıkan ilk entelektüeller arasındaydı. Solar Politics‘te, artan baskıya, teröre ve polis şiddetine karşı protesto çağrısı yapar. Ne de olsa, yakın gelecekte her zaman Rusya veya Belarus’tan ayrılarak Mars’a yerleşme ihtimali olacağına dair espiri yapar.

Şiddet kavramını ahlaki dogmadan çıkararak hem antropojenik hem de insan dışı faaliyetleri kapsayan bir tanım geliştirir. İki tür şiddet arasında ayrım yapar: “olumsuzlama” olarak baskı ve “olumsuzlamanın olumsuzlanması” olarak devrimci şiddet. Solun, “tarihsel emsaller açısından meşruiyeti tartışılan devrimci şiddete dair yeni bir sağduyu” benimsemesi gerektiğini iddia eder. Oldukça açık olan bu tanım, her türlü şiddet eylemini potansiyel olarak haklı çıkaran kaygan bir zemin gibi görünür. Analizi kışkırtıcı olsa da bir güneş politikası projesinde bunun ne gibi bir yere sahip olduğu hemen belli olmaz. Her şeyden önce, güneş nerede?

Bataille’ın insan merkezli olmayan “kutsal şiddet” kavramını yorumlamasında solariteye yönelik bazı ipuçları verilir. Bu hayali şiddet türü, hayvanlık alanına aittir. Bir örümcek ya da yılan zarar vermese de bizi yine de korkuturlar. Şiddetleri kontrol edilemez, çünkü “özne yoktur: bu şiddeti yapan birisi yoktur, kimse suçlanamaz”.  Burada argümanı bir momentum yakalar:

“İnsan olmayanın bizi etkileyen ilahi şiddeti gerçekten herhangi bir şey olabilir. Bir yılan, bir örümcek, yeni bir bakteri veya virüs, bir kasırga, Sibirya’daki donmuş kara parçalarının erimesi, radyoaktivite, orman yangınları, metan patlamaları, bütün bunlar bize, antropomorfik tanrılar da dâhil olmak üzere belirli bireylerin veya insan gruplarının olumsuz failliği olarak bilinen geleneksel şiddet anlayışımızdan farklı bir görüntü sunar.”

Kozmik bir çerçevede, sadece antropojenik iklim değişikliği değil aynı zamanda gezegen düzeyinde değişiklikler getiren insandışı enerji aşırılıkları da şiddet olarak kabul edilir. Bu düşünce hattı, nihayet güneşe geri döndüğümüz “Genel Ekonomi” ile ilgili ikinci bölümde devam eder. Timofeeva burada; küresel ısınma, atık veya su kirliliği gibi ekolojik konulara disiplinler arası bir bakış açısıyla bakan yeni bir alan olan çağdaş “enerji beşerî bilimleri” için Bataille’ın tamamlanmamış evrensel bilim projesinin uygunluğunu savunur. Timofeeva, Imre Szeman’ın projesine atıfta bulunur ama bu çerçevede Michael Marder’ın Energy Dreams: Of Actuality (2017) isimli kitabını da düşünebiliriz. Enerji genellikle sınırlı bir kaynak olarak görülse de Bataille, “nihai kaynağı güneş olan enerjinin fazlalığını” vurgular. Timofeeva’ya göre genel ekonomi, kozmik harcama, cömertlik ve fazlalık tarafından yönlendirilir.

Bu “enerji bolluğu”, “hiç almadan veren” güneşi örnek alan bir güneş enerjisi ekonomisinin ana itici gücüdür. İlk bakışta bu proje, “üretken olmayan harcamaları” teşvik ederken büyümenin ötesini düşünmeyi amaçladığı için paradoksal görünür. Ancak kangurulardan COVID-19 virüsüne kadar örneklerle Timofeeva’nın aklında ne olduğu daha net ortaya çıkar. Pandemi “insanlar ve diğer hayvanlar, hava koşulları, nesnelerin yüzeyleri, ara yüzler ve altyapılar, döviz kurları, bilim, duygular, hava kirliliği, kültürel gelişmeler ve endüstri makineleri gibi her şeyin birden fazla düzeyde nasıl bağlantılı olduğunu gösterdi.” Hükümetlerin kısıtlayıcı yerel ekonomilerini ve vatandaşlarının bedenlerini korumak için sınırlarını kapattıkları yerlerde virüs serbestçe dolaşarak insanlık dışı şiddetin yıkıcı aşırılığının zaten iş başında olduğunu gösterdi.

Evrenin içsel güneş doğası; insan dışı, “ilkel birliktelik”, cömertlik, karşılıksızlık ve dayanışmaya dayalı bir tür kolektif yaşamdır. Çağdaş kapitalizm “kısıtlayıcı bir ekonomi” olarak kabul edilirken, Bataille ruhunda devrimci güneş enerjisi ekonomisi, örneğin, “Amerikan zenginliğinin karşılıksız olarak Hindistan’a aktarılmasını” önerir. Dünya ekonomisinin ulus devletler tarafından şekillendirildiğini düşünürsek, bu iddia safça gelebilir. Ancak güneş açısından durum böyle değildir. Bataille’ın iddiasını ciddiye alırsak, küresel kapitalizm altında ekolojik düşüncenin sınırlarını ve ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarır. Örneğin çevreciler, ekosistemimiz için çok önemli olan el sürülmemiş zenginliklerle dolu Brezilya’nın Amazon’unu korumak için küresel çapta kampanya yürütür. Ancak Brezilya, Batı’yı yakalamaya çalışan gelişmekte olan bir ekonomidir. Kısıtlayıcı kapitalizm çerçevesinde, Brezilya’nın ekonomik gelişimi yağmur ormanlarının yok edilmesine bağlıdır. Radikal yeniden dağıtım olarak güneş cömertliği burada makul bir çözüm değil mi? Solarite, hem yağmur ormanlarını sömürülebilir bir kaynak olmaktan kurtarır hem de kapitalist ilerleme efsanesini çürütür.

Üçüncü bölüm olan “Sermayenin Kısıtlayıcı Şiddeti”nde; Timofeeva, pandemi veya iklim değişikliği gibi insan yaşamı için felaket olan olguların; insan olmayanın “sermayenin sıradan, normatif, kısıtlayıcı şiddetine” karşı doğrudan tepkileri olduğunu iddia eder. Gaia paradigması örneğindeki gibi, güneş şiddetini antropomorfik bir mercekten okumamalıyız. Solarite, kasıtlı bir kozmik cezalandırma eylemi değil, doğanın küresel kapitalizme ciddi bir siyasi tehdit oluşturan kayıtsızlığıdır. Buradaki bir diğer önemli nokta da güneş cömertliğinin – ya da daha sonra “fedakârlık” olarak adlandıracağı şeyin – kısıtlayıcı bir ekonomide düşünülemez olmasıdır. Paylaşmayı, bağış yaparak veya ortak çalışma ofislerinde çalışarak öğrenmeyiz. Nasıl ki “ofiste ekip kurmak, bir kolektivite parodisidir,” bu uygulamalar da “armağanların parodisi”dir. Kapitalizmde, güneş ya da anka kuşu kadar cömert olsak, “yaşayan bir güneş gibi parlasak” eninde sonunda ölürüz.

İnsanlık güneşi kutlamak yerine geleneksel olarak onu sömürgeleştirmeyi amaçlamıştır. Bu, Rus Kozmizmi, uzay yolculukları öyküleri ve Güneşe Karşı Zafer (1913) fütürist operası örneklerinde görüldüğü gibi, özellikle erken dönem Sovyet yeni insan ideolojisinde merkezi bir eğilimdir. Timofeeva, hem komünist hem de kapitalist modernitede, “insanlığın tüm-güçlü fatihi olan aşırı erkeksi bir imajın” varlığını sürdürdüğünü savunur. Bu güç istenci, enerji talebi gideren artan bir ekonomide anlamlıdır. Ne de olsa güneş, “gezegen sistemimizdeki en güçlü füzyon reaktörüdür”. Fakat güneş enerjisini sömürmeden nasıl kullanabiliriz? Başka bir deyişle, “güneşli olmak, cebinizde güneş pili bulundurmakla aynı şey değilse”, nasıl güneş olabiliriz?

Nihai bir “kozmik fedakârlık”la, güneşe dönüşmeliyiz: Timofeeva’nın geç Sovyet felsefesinden ve bilimkurgudan aldığı tartışmalı ders işte budur. Güneş ekonomisi, kapitalist bir sistem içinde yenilenebilir enerjiye geçiş anlamına gelmez. Ancak hayatta kalmak için savaşmayı bırakırsak gerçekten güneşe açılırız. Birçok okuyucu burada zorlanacaktır. Kitabın sonuna doğru, Evald İlyenkov’un “Ruhun Kozmolojisi”nden gelen bir topyekûn imha vizyonuyla karşılaşırız. Ona göre, geç dönem Sovyet Marksizminin bu sapkın metni, “kozmik ölçekte kısıtlayıcı ekonomiden genele diyalektik bir geçiş”i işaret eder. Başka bir deyişle, kendi kendimizi yok ederek, evrenimizi tüketen entropik “ateş”, yani güneş oluruz.

Bize kalan tek şey bu mu? Siyasi eylemlerimiz, “güneşin aydınlattığı gezegensel sefahate adaklar”dan başka bir şey değil mi? Bu, iç açıcı olmayan, hatta korkutucu bir teşhis olacaktır. “Güneş Bir Yoldaştır” sonucu da daha tatmin edici bir çözüm sunmaz. Özgürlükçü mücadele için insan olmayanın şiddetinin önemini vurgulayan Solar Politics, karşı karşıya olduğumuz feci ekolojik krize ilişkin bakış açımıza önemli ve kafa açıcı bir değişiklik getirir. Ancak güneş enerjisi politikasının bu krizle somut olarak nasıl başa çıkabileceği, kitabın sonuna kadar bir gizem olarak kalır. Belki de kozmik bir ölçekte bakıldığında, etkin politik eylemin ta kendisi çoktan gözden kaybolur ve bu, kitabın bir okuması olabilir. Şimdi, insanlık, güneş tarafından şanlı bir şekilde aydınlatılan insan olmayan alana nihai geçişini kolaylaştırmak zorundadır.


Radical Philosophy’de yayınlanan bu yazıyı Sibel Ferdane Erduman çevirdi. Öznur Karakaş redakte etti.

Exit mobile version