Site icon Terrabayt

Geleceğin Pharmakonu: Koronavirüs


Jacques Derrida, La dissémination (Dağılım) kitabının bir bölümünü oluşturan Platon’un Eczanesi isimli metninde (Türkçeye ayrı bir kitap olarak çevrilmiştir[1]) pharmakon sözcüğünün Antik Yunan’daki ikili kullanımına dikkat çeker. Buna göre pharmakon zehir anlamında kullanıldığı gibi panzehir anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla pharmakon derdi, hastalığı olduğu kadar devayı ve sağlığı da ifade ediyor eski Yunanlılar için[2].

Koronavirüsü dünya için pharmakondur. Bu salgının hali hazırda çıkardığı ve çıkaracağı muhtemel etkiler dünya için zehri veya panzehiri, dermanı veya derdi içinde barındıran bir paharmakon potansiyelini taşımaktadır. Çağdaş filozofların koronavirüsü hakkındaki fikirlerine baktığımızda bu salgını bir tür pharmakon gibi düşündüklerini görüyoruz. Bir başka deyişle filozoflar açısından koronavürüs ya devletlerin ve sermayenin egemenliği altındaki insanlığın elinde kalmış son özgürlük alanlarını boyunduruk altına alacak yeni-bir-zehiri; ya da kapitalist iktidarların tasallutunun kırıldığı yeni bir yaşamın ilacını ortaya çıkaracak. Bu yazıda koronavirüs pandemisinin pharmakolojik potansiyelini filozofların metinleri üzerinden takip edeceğim.

Koronavirüsü dünya için pharmakondur. Bu salgının hali hazırda çıkardığı ve çıkaracağı muhtemel etkiler dünya için zehri veya panzehiri, dermanı veya derdi içinde barındıran bir paharmakon potansiyelini taşımaktadır.

Giorgio Agamben, bü süreçte kaleme aldığı kısa yazılarında[3] salgının etik ve politik sonuçları hakkında karamsar öngörülerde bulundu. Bir başka ifadeyle Agamben açısından koronavirüs insanlığın geleceği açsından zehirli potansiyeller barındırıyor. Agamben çıplak hayatın – ve onu kaybetme tehlikesinin – insanları birleştiren bir şey olmaktan ziyade onları körleştireceği ve ayrıştıracağı öngörüsünde bulunarak soruyor: “Hayatta kalmaktan başka bir değere sahip olmayan bir toplum nedir?” Salgının önemli sonuçlarından biri, hükümetlerin bizi bir süreliğine alıştırdığı istisna hâlinin tamamen normal koşulumuz olması olurken, bırakacağı muhtemelen zehirli mirası şöyle sıralıyor Agamben: “Üniversiteleri ve okulları kapatmak ve dersleri sadece internet üzerinden yapmak, politik ya da kültürel nedenlerle bir araya gelip konuşmayı ilk ve son kez durdurmak ve sadece dijital mesajların değiş tokuşuna izin vermek, mümkün olan her yerde insanlar arasındaki her bir temasın – bulaşıcılığın – yerine makineleri koymak”.

Agamben’e göre salgının gelecekte ortaya çıkaracağı muhtemel zehirli miras bununla sınırlı değil. Salgının görünür kıldığı din ihtiyacı ve ortaya çıkardığı apokaliptik ve eskatolojik söylemlere dikkat çeken Agamben, bu ihtiyacın zamanımızın dini olan bilimde yerini bulduğunu söylüyor. Agamben geçmişte dine gösterilen farklı düzeylerde tepkilerin, çıkarların, bölünmelerin, itiraz, kabul ve korkuların dinsel bir konuma yerleşmiş bilim üzerinden devam ettiğini gözlemliyor. Her türlü inancın veya ortak inanışın bariz çöküşü üzerine düşünmemiz gerektiğini belirten Agamben, salgının, en azından Avrupa bağlamında, ehlileştirilmiş bir canavarı yeniden tarih sahnesine çıkarabileceği kehanetinde bulunuyor: “Denebilir ki insan artık hiçbir şeye inanmıyor – her ne pahasına olursa olsun kurtarılması gereken çıplak biyolojik varoluştan başka. Ama insanın hayatını kaybetme korkusundan yola çıkmak yalnızca despotlukla sonuçlanabilir: kılıcını çekmiş canavar Livyatan’la”.

Bu kötümser ve kehanetvari öngörülerle birlikte Agamben, salgının ortaya çıkaracağı sonuçlarda panzehir ihtimali de görüyor. Agamben için hayatın tüm olağan koşullarının hiçbir tepkiye ve direnişe yol açmadan askıya alınmasının kabullenilmesi, toplumların mevcut yaşamının bilinçdışı düzeyde katlanılmaz bir hal aldığını gösteriyor. Bir başka ifadeyle kolektif bir yaşamdan bu denli hızlı ve uysal bir biçimde feragat etmek bilinçdışı düzlemde yaşanan derin bir hoşnutsuzluğun ifadesidir. Bu durumda Agamben açısından salgından çıkarılacak yegane olumlu sonuç şu oluyor: “insanlar, daha önce yaşamakta oldukları koşulların doğru olup olmadığını sormaya başlayabilir”. Kısacası Agamben’e göre koronavürüs olağan gündelik yaşamın askıya alınacağı, olağanüstü halin sıradanlaşacağı, despotik egemenliğin yeniden sahne alacağı distopik bir zehri içinde taşımaktadır.

Agamben’den farklı olarak çok daha iyimser öngörülerde bulunan Slovaj Zizek için koronavirüs kapitalizmi ortadan kaldıracak panzehirdir. Zizek, “Koronavirüsü, Kapitalizme ‘Kill Bill-vari’ Bir Darbedir, Komünizmin Yeniden İcat Edilmesine Yol Açabilir” başlıklı koronavirüsüyle ilgili ilk yazısında[4] bu virüsün kapitalizme Kill-Bill-vari bir darbe olacağı öngörüsünde bulunur. Ona göre koronavirüsle birlikte “başka bir ideolojik virüsün yayılıp bize bulaşacağını umut edebiliriz: alternatif bir toplum düşü virüsü, küresel dayanışma ve yardımlaşma biçimleriyle kendisini gerçekleştirecek olan, ulus-devletin ötesinde bir toplum virüsü”. Koronavirüsün kapitalist sistemin ve yaşam biçimlerimizin mevcut haliyle devam edemeyeceğini ve radikal bir değişimin gerekli olduğunu gösteren bir işarete dönüştüğünü belirten Zizek, kozmik felaketlerin ütopyacı potansiyeline dikkat çekiyor. Yaşadığımız toplumun niteliklerini sorgulamanın anca bir felaketle mümkün olduğu acı gerçeğini unutmadan, “bu gibi küresel tehditler, küresel bir dayanışmanın oluşmasına vesile olur, küçük farklılıklarımız manasızlaşır, hepimiz bir çözüm bulmak için birlikte çalışırız” der.

Agamben’e göre koronavürüs olağan gündelik yaşamın askıya alınacağı, olağanüstü halin sıradanlaşacağı, despotik egemenliğin yeniden sahne alacağı distopik bir zehri içinde taşımaktadır.

Koronavirüsü Karar Vermeye Zorluyor: Ya Küresel Komünizm Ya Orman Kanunları” başlıklı ikinci yazısında[5], virüsün zehirli potansiyelini de hesaba katıyor, bu haliyle salgın Zizek için zehri ve panzehiri içinde taşıyan pharmakona dönüşüyor. “Koronavirüsü paniği yayıldıkça, artık nihai bir seçim yapmamız gerekiyor: ya güçlü olanın hayatta kalma ilkesinin en vahşi mantığını kabul edeceğiz ya da küresel koordinasyon ve işbirliğiyle yeni bir komünizm icat edecek ve onu uygulamayı seçeceğiz.” Zizek, küresel pandeminin küresel bir dayanışmayı, hayatta kalmamız için zorunlu tek rasyonel-bencilce bir seçim olarak işbirliğini gerekli kıldığını söylüyor.

Zizek koronavirüsle ilgili üçüncü yazısını Giargio Agamben’in bu süreçte yazdığı ilk yazısına cevaben kaleme alır. Zizek, “Gözetlemek Ve Cezalandırmak Mı? Evet, Lütfen!” isimli yazsında[6] Agamben’in devletlerin, koronavirüsü, biyopolitik uygulamaların ve olağanüstü hallerin kalıcılaşmasının provası ve bahanesi haline getirebilecekleri görüşüne karşı çıkarak yukarıda değinilen düşüncelerini yineler. Dolayısıyla Zizek için salgın orman kanunlarını geri getirebileceği gibi bir başka panzehiri, kapitalizme ve ulus-devletlere alternatif bir toplum düşünü ortaya çıkarabilir.

Franco Berardi salgınla ilgili düşüncelerini, biri kısa günlükler şeklinde, diğeri müstakil bir metin olmak üzere iki yazıyla[7] dile getirdi. Berardi için salgın sermayenin bütün bir yaşama dayattığı sonsuz ve yıkıcı bir hareketi (zehiri) kesintiye uğratacak, içe dönük, edilgen, yavaş ve eşitlikçi yeni bir başlangıcı (panzehiri) getirebileceği gibi devletlerin totaliter ve ırkçı bir tarzda içe kapandığı, nüfusların biyopolitik denetim etrafında kendini regüle ettiği kapitalizmin yeni bir evresine geçilmesini de sağlayabilir. Salgın ya zaten pek parlak olmayan mevcut durumu kötüleştirecek bir zehir ya da yeni bir yaşamın iksiri olacaktır.

Zizek için salgın orman kanunlarını geri getirebileceği gibi bir başka panzehiri, kapitalizme ve ulus-devletlere alternatif bir toplum düşünü de ortaya çıkarabilir.

Virüsten çok daha hızlı yayılan bir başka salgına, medya aracılığıyla semiyotik ağa bağlanarak, toplumsal bedeni etkisine alan psiko-salgına dikkat çeken Berardi açısından salgın, şiddetli ihtilaflara, ırkçılık ve savaş salgınlarına neden olabileceği gibi kapitalist ekonominin sonunu da getirebilir. Salgının gelecekte tekno-totaliter bir devleti ortaya çıkarabileceği ihtimalinden söz eden Berardi, psiko-deflasyon günlüklerini şöyle bitirir: “Kanaatkarlık, iş saatlerinin azalması, eşitlik, büyüme paradigmasını terk etme, toplumsal kaynakların araştırma, eğitim, sağlık ve eğlenceye yatırımı. Bu işin içinden çıktığımızda mutlak bir yalnızlık ve saldırganlık durumuyla yüz yüze gelebiliriz. Fakat aynı zamanda her şeyi kucaklama, şefkat ve tembellik arzusuyla da sonuçlanabilir. Virüs, hiçbir siyasi vaazın üretemeyeceği bir zihinsel sıçramanın koşuludur. Eşitlik döndü, tekrar sahnenin ortasında.”

İkinci yazısında Berardi, salgının üç yeni durum ortaya çıkardığını söylüyor. “Bir: İnsanlık tarihinin sonu, ki gözlerimizin önünde açıkça yaşanıyor. İki: kapitalizmden giderek özgürleşme ve/veya muhtemel tekno-totalitarizm tehlikesi. Üç: uzun süredir modern inkârının ardından ölümün (nihayet) felsefe sahnesine geri dönüşü ve enerji kaybı olarak bedenin canlanışı. Berardi, Donna Haraway’in evrimin failinin artık Tarihin öznesi olarak İnsan olmadığı görüşüne referansla insanın yerini mahlukların aldığını söylüyor “Mahluklar, bireyler gibi var olmazlar. Tomurcuklanma süreci içinde kolektif bir şekilde yayılırlar.” Tarihsel sürecin motoru olan öznelliğin sonu, bizim büyük T’ile Tarih dediğimiz şeyin sonuna ve bilinçli teleolojinin yerini çoklu tomurcuklanma stratejilerinin aldığı bir sürecin başlangıcına işaret eder”.

Kapitalizmin ölümü aşma yönünde fantastik bir teşebbüs olduğunu söyleyen Berardi salgınla birlikte ölümün sahnenin ortasına yerleştiğini vurguluyor.

Faydalı olanın, toplumsal alana geri döndüğünü, soyut kapitalist değerlenme süreci tarafından inkâr edilmiş ve unutulmuş olan faydalılığın en önemli şey haline geldiğini söyleyen Berardi, salgının pharmakolojik potansiyelini “ya şiddet aracılığıyla kapitalist ekonomiyi yeniden başlatacak tekno-totaliter bir sistem ya da insan etkinliğinin kapitalist soyutlamadan özgürleşmesi ve fayda üstüne kurulu moleküler bir toplumun yaratımı” şeklinde özetliyor. Agamben’in bireysel özgürlüklerin, olağan gündelik hayatı lağveden tekno-totaliter bir dönemin gelebileceği uyarısını önemsemekle birlikte Berardi, Agamben’in söylediklerinin sadece mevcut acil durumun ve muhtemel geleceğin bariz bir tanımı olduğunu, asıl ilgi çekici olanın muhtemelin ötesindeki olanaklı olanı düşünmek olduğunu söylüyor. “Olanaklı olan ise soyutlamanın arızasında ve somut gereksinimlerin taşıyıcısı olan somut bedenin dramatik bir biçimde geri dönüşündedir”.

Kapitalizmin ölümü aşma yönünde fantastik bir teşebbüs olduğunu söyleyen Berardi salgınla birlikte ölümün sahnenin ortasına yerleştiğini vurguluyor. “Ölüm, bir kez daha, manzaranın orta yerine kuruldu: bu, insanları hayatta tutan uzun zamandır inkâr edilmiş olan fanilikten başka bir şey değil”. Berardi açısından salgının mevcut zehirli sonuçlarından biri gibi görünen bağlaşımın neredeyse ortadan kalkarak yaşamın çevirimiçi hale gelmesi, sanal bağlantının ebedi hiçliğini ve tekno-totaliter entegrasyonu egemen kılabileceği gibi, salgın sonrası yaşam için panzehir olanağına da dönüşebilir. “Belki de aylar süren aralıksız çevrimiçi bağlantıdan sonra insanlar evlerinden ve apartmanlarından çıkıp bağlaşmayı arayacaktır. Bir dayanışma ve hassasiyet hareketi yükselip insanları bağlantı diktatörlüğünden kurtulmaya sevk edebilir”.

Roberto Esposito salgınla ilgili hemşerisi Agamben kadar karamsar değil. Çin gibi yönetimlerin salgınla daha iyi baş edebildiği için, otoriter bir modele gideceğimizi düşünmediğini söyleyen Esposito felsefenin salgınla ilişkisini şöyle özetliyor: Şu anda felsefe ancak olumsuzun ve bunun gerektirdiği çelişkilerinin gücünü belirleyebilir. Daha sonra tamamen yeni bir etkinliğin zirvesinde yeni kategoriler oluşturmayı taahhüt etmek zorunda kalacak”.[8]

Esoisito, Agamben’e ve Jean-Luc Nancy’ye cevabında[9] bu tarz vakalarda biyopolitikadan ne anlamamız gerektiğini sorguluyor. Nancy’nin biyopolitika kavramına en başından itibaren mesafeli olan duruşunu eleştirirken, Agamben’den, bu tür süreçlerin uzun vadede yürütmeyi güçlendiren etkiler çıkarma ihtimalini unutmadan, demokrasinin risk altında olduğunu söylemenin abartı olacağını vurgulayarak farklılaşıyor. Şöyle devam ediyor Esposito: “Foucault’nun yaptığı gibi geçen iki buçuk yüzyılda, politika ve biyolojinin, problemli ve bazen trajik sonuçlar doğuracak şekilde, giderek daha sıkı sıkıya iç içe geçtiğini iddia etmek bir şey, mukayese edilemeyecek olayları ve deneyimleri asimile etmek başka şey. Şahsen maksimum güvenlikli hapishanelerle Po Ovası’nda iki hafta karantinayı, ne şekilde olursa olsun birbirleriyle karşılaştırmaktan kaçınırım.” Esposito, koronovirüsün ortaya çıkardığı bir başka önemli tartışma hattını İtalya bağlamında dile getirerek yazısını bir çöküş tespitiyle bitiriyor: “Bana öyle geliyor ki bugün İtalya’da olanlar, kaotik ve oldukça grotesk bir biçimde ulusal ve bölgesel yetkilerin üst üste binmesiyle birlikte kamu kuruluşlarının dramatik totaliter hakimiyetinin değil, aksine çöküşünün işaretidir”.

Alain Badiou’nun küresel salgınla ilgili görüşlerinin temkinli ve serinkanlı olduğu söylenebilir.[10] Badiou’ya göre salgın kendi başına, insanlığın mevcut durumu ve geleceği için ne zehir ne de panzehir olabilir. Ona göre salgının tek başına politik olarak yaratıcı bir güzergah alınmasında etkili olabileceğine inanan her bakış açısını sıkı bir biçimde eleştirmek gerekiyor. Bu süreçte dillendirilmesi gereken politik talepleri şöyle sıralıyor: “Salgın hakkındaki bilimsel bilginin genel yayılımına ilaveten, politik bir talep yalnızca hastaneler ve halk sağlığı, okullar ve eşitlikçi eğitim, yaşlıların bakımı ve bu türden başkaca sorunlara ilişkin yeni ifade ve görüşlerle sürdürülebilir. Herhalde yalnızca bunlar mevcut durumun su yüzüne çıkardığı tehlikeli güçsüzlüğün bilançosu ile birlikte telaffuz edilebilir”. Doğal ve toplumsal belirlenimler arasında bir bağlantı noktası olduğu için salgınların her zaman karmaşık süreçler olduğunu vurgulayan Badiou yazısını bir nasihatle bitiriyor: “İzolasyonumuz süresince bile ve hatta özellikle de bu süreçte, bilim tarafından kontrol edilebilir hakikatler ve yeni bir politikanın ayağı yere basan perspektifleri, yerelleşmiş deneyimleri ve stratejik amaçları haricinde hiçbir şeye güvenmeyelim”.

Badiou’ya göre salgın kendi başına, insanlığın mevcut durumu ve geleceği için ne zehir ne de panzehir olabilir. Ona göre salgının tek başına politik olarak yaratıcı bir güzergah alınmasında etkili olabileceğine inanan her bakış açısını sıkı bir biçimde eleştirmek gerekiyor.

Diğer filozofların çoğu gibi Naom Chomky de salgını dünyanın geleceği için bir pharmakon gibi düşünüyor.[11] Salgını neoliberal kapitalizmin ortaya çıkardığı nükleer savaş tehlikesi, küresel ısınma ve demokrasilerin yozlaşmasıyla birlikte düşünen Chomsky açısından salgın oldukça otoriter ve zalim devletlerin yerleşmesini getirebileceği gibi; toplumun özel kazanç yerine insancıl koşullara göre, insan ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak kökten bir şekilde inşasını da ortaya çıkarabilir. İnsanlık tarihinin önemli bir ânında olduğumuzu söyleyen Chomky’ye göre bu sürecin sonunda, “vahşi bir neoliberal sistem, kendinden menkul liberteryenler tarafından güçlü bir devlet, şiddet ve dayatma ile yeniden kurulabilir”; ama insanların örgütlenmesine, bir araya gelmesine ve daha iyi bir dünya kurmasına yol açma ihtimali de var.

Salgının neoliberal kapitalizminin krizini de görünür kıldığını hatırlatan Chomky için bu durumun üstesinden ancak toplumsal bağların mümkün olan tüm yollar ile yeniden oluşturulması ile gelinebilir. “İhtiyacı olanlara yardım ederek, iletişime geçerek, örgütlenmeleri geliştirerek, çözümlemeleri genişleterek, onları çalışır ve harekete geçebilir durumda tutarak, gelecek için planlar yaparak, insanları internet çağında bir şekilde bir araya getirerek, karşılaştıkları sorunlar için danışmak, tartışmak, karar vermek, yüzleşmek ve bunlar üzerine çalışmak gibi yollarla olabilir”.

Küresel epidemi gibi gündelik yaşamı, alışılmış ve rutin olanı sekteye uğratan, bozan ve yıkan krizlerin, yeni türden imgeleri, fikirleri, duyguları ortaya çıkararak düşünceyi tetiklemesi beklenilecek bir etkidir. Filozofların içinde bulunduğumuz salgın günlerinde söz almaları bu tür bir etkiyle ilgidir kuşkusuz. Bununla birlikte bu tür kriz süreçleri düşünceyi paralize eden olumsuz etkiler de ortaya çıkarabilirler. Düşüncenin paralize olmamasının, başka bir ifadeyle krizin etik-politik imkanlarını ve tehlikelerini yeni kavram ve imgelerle duyumsatan eleştirel fikirlerin bu tür süreçlerde önemi su götürmez.


[1] Jacques Derrida, Platonun Eczanesi, Pinhan Yayıncılık.

[2] Pharmakonun bir başka anlamı da günah keçisidir. Sermaye ve devlet iktidarlarının salgına vermesi muhtemel en güçlü tepki mevcut kötü gidişatın nedenlerini koronavirüse yükleyerek onu günah keçisi ilan etmek olacaktır. Bir başka ifadeyle salgını kapitalist sistemin ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçlardan biri değil de bütün bu yıkıcı sonuçları yükleyecekleri bir günah keçisi olarak görmeleri mümkündür.

[3] https://terrabayt.com/dusunce/covid-19-gerekcesiz-bir-acil-durumun-yarattigi-istisna-hali/. https://www.ekdergi.com/korku-kotu-bir-yol-gostericidir/. https://www.e-skop.com/skopbulten/salgin-uzerine-dusunceler/5704.

[4] https://terrabayt.com/manset/zizek-koronavirusu-kapitalizme-kill-bill-vari-bir-darbedir-komunizmin-yeniden-icat-edilmesine-yol-acabilir/

[5] https://terrabayt.com/dusunce/zizek-koronavirusu-karar-vermeye-zorluyor-ya-kuresel-komunizm-ya-orman-kanunlari/

[6] https://terrabayt.com/dusunce/gozetlemek-ve-cezalandirmak-mi-evet-lutfen/

[7] https://terrabayt.com/dusunce/psiko-deflasyon-gunlukleri/?fbclid=IwAR1FkrieuBuJ6lkzzT8XQkhQzOOHErsamirju2OeGrIYDEzWihVtbuoip8A. https://terrabayt.com/dusunce/arizanin-otesi-olasi-akibetimiz-ustune-uc-tefekkur/?fbclid=IwAR0RTDv1A8vyqjCiRjoi5iCafPwQEj4MJspXvAPlPH-1CJ7856detVqdm-M.

[8] https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/04/08/roberto-esposito-otoriter-bir-modele-gidecegimizi-dusunmuyorum/.

[9] https://terrabayt.com/kultur/tamamen-tedavi-edilinceye-dek/.

[10] http://yeniyasamgazetesi1.com/salgin-durumu-uzerine-alain-badiou/?fbclid=IwAR28ZgwuZsl1J8tdxnKIwAh_4H5ofvgE_cLLX5heRuGpe1oj8VuZKlJy5ls.

[11] https://medyascope.tv/2020/04/02/noam-chomsky-koronavirusun-iyi-yani-belki-de-insanlari-nasil-bir-dunya-istedigimiz-konusunda-dusunmeye-itmesi-olacak/?fbclid=IwAR0S3GYHD_dSG9ztmuBz9DP_D_a2EDKVXXSY7DSUB3YOEn8d-YHMfLZB50I


Ana Görsel: Pieter Bruegel, The Truimph of Death, 1562.

Exit mobile version