Site icon Terrabayt

François Laruelle: Kavram Çarpıştırıcısı


“Felsefe-olmayan/Gayri-felsefe”[1] kavramının mucidi olarak tanınıyorsunuz. Bu tuhaf terimden ne anlıyorsunuz?

François Laruelle: Öyle çabucak basit bir formülle aceleci bir sunumun tuzağına düşmeyin. 1980’lerin başında “felsefe-olmayan/gayri felsefe” terimini getirdiğim doğru, ancak onun mucidi değilim ve ayrıca o zamandan beri bu terimi kullanışımı sınırlandırdım.

Formül felsefeye bir hakaret, hatta ana katli gibi algılandı. Ancak Alman felsefesinin büyük çağında, Fichte ile Hegel arasında ve Schelling’in çevresinde zaten dolaşımdaydı. İdealizme karşı çıkan herkes için bir savaş makinesi işlevi gördü. Kierkegaard, bu tarz düşünürlerin en tanınmışıdır ancak pek çok başkaları da vardı. Ben formüle daha olumlu bir anlam ve Anglosaksonlar için daha kabul edilebilir bir ad verdim: “standart-olmayan felsefe”. Sadık belki de fazla tutkulu bir filozof olduğuma inanmak isterim.

Sadık bir filozof mu?

Evet. Kendimi “filozof-olmayan/gayri-filozof” olarak tanımlarken çok zorluk çekiyorum. Tüm çalışmalarımın konusu klasik: metafizik, etik, din, sanat, politika. Çağdaş felsefe üzerine çalışmakla işe başladım. Heidegger, Nietzsche, Deleuze ve Derrida üzerine dersler verdim. Bu dört yazardan oluşan bu “dörtgen”den yola çıkarak, fark temasını daha derinden inceledim.

Bu dörtgen size ne öğretti?

Bu uzun çalışma, felsefe iddiasının [prétention] nasıl insanlara yasa koymak adına uygulandığını anlamamı sağladı. “Gayrı”ın [non] gücü bana üzerinde çalışılması ve radikalleştirilmesi gereken bir sınır gibi göründü. Ancak “gayrı”yı felsefeye karşı silahlandırmak için çok sayıda felsefe kullanmak gerekir; kitaplarıma vuran kavramsal tufan bundan. Bu felsefi malzeme akışı bir tuzak kurmakta; “gayrı” kendi otoritesine karşı kısmen felsefe tarafından desteklenmektedir. Benim elimde hasım olduğu kadar silah da oldu. Levinas’ın yardımıyla aşırı Yunan düşünce ufkundan koptum ve bu beni “yeter felsefe ilkesine” – o büyük rakibime- karşı savaşmaya ve eleştirilerimi bu şekilde netleştirmeye yöneltti.

“Yeter” sıfatını ne anlamda ele alıyorsunuz? Kişilik yeterliliği mi? [* İngilizce çevirmenin notu: Fransızca’da “yeterli” [suffisant] bir kişi için söylenebilir ve “benci”, “tepeden bakan”, “kendini beğenmiş”, “kibirli” vb. anlamlarına gelir.]

 Pek çok anlamda ama elbette karakter topolojisi olarak değil. Ancak… en az iki anlamı olduğunu söyleyebilirim. İlk olarak; ahlaki anlamı, filozofların gerçekliğin ötesinde bir gerçeğe ilişkin kurallar koyma yönlü o eşsiz iddiası/kurumu olacaktır. İnsana mahsus bir sömürü türü olan felsefe Sermaye’den geri kalmaz!

Bir de bilimsel anlamı var: Bu felsefe-olmayan/gayri-felsefe terimiyle, Öklidyen olmayan geometrilerin kavrama aktarımı nasıl tercüme edilir? Basit bir metaforik aktarımı işe koşmadan felsefeyi modelleyebildiği ölçüde bilimle ilgileniyordum. Zor görev. Bilim, felsefeden farklı bir şekilde ilerler – verili olanın olumsuzlanmasıyla, ki bu olumsuzlama eşi görülmemiş bir teorik uzantı veya genelleme üretmeye yetisine sahiptir. Bundan esinlenerek felsefenin klasik konularına daha yenilikçi bir yön kattım, kuantum teorisinden kozmolojiye bu yön, fraktallardan, mesihçilikten ve insanın kara deliğinin etrafında dönen bütün bir galaksiden geçiyor.

“İnsanın kara deliği” ile neyi kastediyorsunuz?

İnsanı, nesnelerin nebulasını soluyan ya da logosun ışığını esir tutan bir felsefi bilinmeyen [fr. inconnaissance] ya da felsefe-olmayan/gayri-felsefi bir delik olarak görüyorum. Filozofa gelince, onu bir uzmanlaşma insanı olmaktan çok bir disiplin koleksiyoncusu olarak görüyorum.

Dahası bu müsaitliği, ansiklopediciliğin bile ötesinde en bilinçli, yoğun ve sistematik biçimine taşıdım. Zira “esere” tutkunum. Bu belki de esasında benim temel icadım: kendisinden daha çeşitli bir malzeme ve edebiyattan belli ki daha “ciddi” bir biçimle bilimkurguya paralel bir felsefe-kurgu yaratmak.

Araştırmanız sofistike… Felsefe-olmayan/gayri-felsefe kavramı, küstahlık değilse de nihayetinde bir şaka değil mi?

Küstahlıksa evet [güler]! Başkaları provokasyondan veya terörizmden bahsediyor ama ben buna alıştım. Bu sövüp saymaları gönülden kabul ediyorum: “felsefesiz filozof”, “kuramsız bilim”, “Tanrısız mistik”, “inançsız dindar”… “Müziksiz müzisyen”i de  eklemeliyim. Ben başarısızlıklarımın integrali miyim?

Bilakis, başarısızlığa kabaca itiraz edilmesini reddediyorum. Zira felsefede hayal ettiğimizden çok daha derin bir başarısızlık vardır, ben buna “jenerik” diyorum. İçinden geçtiğim aşamaları ve yeni yönelimlerimi teorik kırılmalarıma göre numaralandırdığım zamanlar vardı, ta ki, her şey buna rağmen idare edilemeyecek kadar karmaşık hale gelinceye dek. Zamanla, okyanusun bir tarafı dalgalar ve ışıltılı yansımalarla kabarmış, diğer tarafı nafile galaktik bir düzene sokmaya çalıştığım gökler ve bulutlarla, yüzen bir nebulayla kaplı yaklaşımlar, tarzlar ve duruşlar kaleydoskobu çizen bir sistem-kurgusu yarattım. İkisinin arasında gidip gelmek bazen metafor akışları, diğer zamanlarda ise kuantik rüzgarının geliştirdiği bir kavram tufanıdır.

 Bu tüm temeli kaybetmek olur!

Bunun farkındayım. Bu arada ne düşmanlarım ne de arkadaşlarım kimse bunu bana söylemekten hicap duymuyorlar. Bunun nedeni takipçileri yollarından çıkarmak [dérouter] için pek çok stratejik değişimin gerekli olmasıdır. Okurlarımdan bazıları (nihayet, gitgide daha azı) beni çelişkili buluyor: kişi ya filozof olmalı ya da gayri-filozof olmalı. Bununla şunu anlıyorum: “Açıklamak ve popülerleştirmek için çaba göstermelisiniz”!

Neden olmasın?

Gayri-felsefe pedagoji ya da gazetecilik değil, müziktir. Temsil edilmeyen kavramsal parçacıkların mikro-felsefi detayına girmeden bir topluluk vizyonu öneriyorum. Bunun yerine insan üzerine melodi, rapsodi veya varyasyonlar ile çeşitli, daha özelleşmiş temaların kontrpuanını birbirinden ayıralım.

Alışılmadık bir sistematik talebe sahip olmaya devam ederken bir yandan da gayet Nietzscheci bir jestle geleneğin kalıntılarını süpürüp atıyorsunuz… Hala bu kadar şaşırtıcı [déroutant] olan da bu!

Bir sistem inşa ediyorum ama bu sistem çarpışmalardan oluşuyor. Bu, kimi yeni fikirleri bir araya getirme ve üretme meselesidir ki böylece bunlar başkalarını yok etsinler. Ben sadece ustalarımın en bereketli olanlarını “eleştiriyorum”. Ne Derrida ne de Badiou beni terörizmle suçlarken bunu anladı, ama ben hararetle [rage] şiddete direniyorum.

Benim Diotimam dediğim Yunan cevherine sahip o kadına, Clémence Ramnoux’a ne kadar minnettar olsam az; tez jürimde, meslektaşlarının (ki aralarında Ricoeur, Henry, Levinas gibi büyük filozoflar da vardı) beni yanlış anladığını söylemiş, böylece bana en derin saplantımı göstermişti: “Kavramlarla müzik yapmak istemişsiniz; bu, benim için hem sevinç hem öfke kaynağı oldu”.

Müzik bir istisna sanırım?

Bir gnostik olarak kabul ettiğim tek sanat bu. Lakin üzerine hiçbir şey yazmadım. [* İngilizce çevirmenin notu: Laruelle’in son çalışması “felsefe ve müzik üzerine dörtleme” olacak.] Öte yandan kendimi fotoğrafçılıkta ifade ettim. Gelişkin bir zihinsel fotoğrafçılık olan felsefeye verdiğim kıymeti ona da veriyorum. Bunun tersine fotoğrafçılık, dünyaya düşmüş, dünyanın manzaralarıyla sert bir şekilde mücadele eden düzlemsel veya düz bir felsefedir. İlk fotoğraf, bir aparat veya teknoloji olarak felsefenin ürünüdür. Gerçek, kozmosu aydınlatan ve en maddi teknolojilerde geri gelen ilksel bir flaş yoluyla keşfedilir. Bu flaş parlamaya devam ediyor, ancak dışarı çıkmakta zorlanıyor. Dünyanın yaratılışı fotoğrafçılıkta bir tekrar otomatizmi haline geldi.

Neden müzikle ilgili hiçbir şey yazmadınız?

Belki de dinlemenin ötesine geçerek arzu ettiğim gibi müzikal bir biçimde bir türlü yazamadan her zaman beni hayatta tutan o müzikal damlacık üzerine yazdığım için. Damarlarımda sürekli akan şey, sesin tınlayan kanı. Felsefe en güzel müzik mi? Bu Sokratik paradoks benim çarmıhımdır.

Bugüne dek “kavramların müziğine” düşkünlüğünüz iyi anlaşılmadı.

Zen, Spinoza, Parmenides, Marx ve diğerlerinde bile sürekli olarak kafa karışıklığı ve benzerliklerin nesnesiyim. Sonunda felsefenin tüm isimlerinin ben olduğuna inanacağım!

Neden neredeyse tüm felsefelerle savaştınız?

Tüm felsefelerle mi? Medya zihinsel zayıflıkları ve aptallıklarıyla beni gerçekten üzüyor. Yine de, evet, felsefi yeterlilik ilkesine karşı evrensel bir savaşa öncülük ediyorum. Gayrı-felsefe mesihvari bir macera, bir montaj ve roketlerin yönünü teorinin soyut alanına çevirmek. Kuantik olarak yeniden silahlanmış bir halde, felsefeyi emperyal biçiminin saldırılarına karşı stratejik bir savunma silahına dönüştürüyorum. Felsefi teknoloji düzeyinde bilim kurgu bu …

Kuantum fiziği bu “stratejik savunmaya” ne katıyor?

Kuantik dönemeç, gayrı-felsefede görece geç bir keşif, felsefeyi bilimsel bir teori yoluyla etkilemenin ve yeterliliğini azaltmanın yeni bir yolu. Bu model en az iki desteğe dayanıyor: felsefi zihinlere tuzaklar kuran basit ama kıvrımlı [tortueux] birkaç kavram ve biraz da bitmek tükenmek bilmeyen matematiksel hesaplamalar.

Ama…

İtirazınızı şimdiden görebiliyorum, “Ama siz ne fizikçi ne de matematikçisiniz.” Gerçekten de! Ancak konuma dair itirazlarınıza dikkat edin: olmadığımız şeylerle de çalışırız. Denklemler beni aşıyor ve fizikçilerle rekabete girdiğimi iddia etmiyorum. Gelgelelim, Newtoncu ve sağduyuya dayalı düşünme yöntemlerini yok eden ve “gayri” için aradığım değişken yeri tutmayı mümkün kılan, formalize edilmeye açık bir düşünce modeli görüyorum. Felsefenin bu kuantik modellemesi, kavramsal parçacıkların yok edilmesini ve onların dalgalarla füzyonunu içerir. Bu çalışmayı, kimi tahminler de içeren, Standart-dışı Felsefe’de geliştirmeye çalıştım: Jenerik, kuantik, felsefi-kurgu.

Bu kavramsal parçacıkları bir yerlerden alıyorsunuz, çarpışmaya neden oluyorsunuz, patlıyorlar ve sonra ne olduğunu izliyorsunuz, öyle mi?

Ben diyalektikçi değilim kavram çarpıştırıcısıyım. Deleuze’deki organsız beden dahil parçacıkları kurtaracak hiçbir şey olmayacak. Aynı anda bir mikro-nesnenin iki özelliğini tam olarak bilemeyiz. İnsana belirli ve kesin bir şekilde iki yüklem tahsis edip onlardan bir sentez çıkaramayız. Kuantum fiziğinde, meşhur “eseri”ne rağmen oldukça kanaatkâr olan diyalektikte olduğu gibi kolayca işin içinden sıyrılamayız.

Nihayetinde size bir nevi kuantum fiziğinin baştan çıkardığı bir mistik denebilir mi?

Pek çok fizikçi mistik olan tarafından baştan çıkarılmıştı, bunun tersi de geçerli tabi. Kuantum fiziğinin yalnızca yoğun saplantıları yeniden formüle etmek ve onlardan eserler çıkarmak için güçlü bir düşünce aracı olduğunu düşünüyorum.

Son kitabınız Christo-fiction 2014’te yayınlandı. Alt başlığı: “The ruins of Athens and Jerusalem” [Atina ve Kudüs kalıntıları]. Yeniden kurucunun sendromundan mustarip olabilir misiniz?

Ah, elbette! Ve hatta hoşunuza giderse “gelecek enkazların yeniden kurucusu.” Bu felsefenin en iyi tanımıdır. Felsefenin gelecek enkazlarında var olan bir kuruluş miti olduğunu söylediğimde, dar ve felsefeden nefret eden bir düşünce menüsü sunmuyorum. Bu miti yeniden bulmayacaksak neden felsefe yapalım? Felsefe Evi’nin kendi harabelerine gömüldüğünü zaten yazmıştım. Bununla birlikte, nihilist veya daha kötüsü olduğumu düşünüyorsanız, bunun nedeni benden daha basit olmanız veya benim çok karmaşık olmam.

Nihilist olmayan biri olarak, kurban söylemini eleştiriyorsunuz. Bu eleştiri neye dayanıyor?

Bu konuda kendimi General Theory of Victims [Genel Kurban Kuramı] adlı kitabımda anlattım. Ben tek bir yargıda, gerçekte ve kavramsal olmak üzere iki kez mahkûm edilene “kurban” diyorum. İki kurban düzeyi vardır, gerçek kurban ve temsili, misal fotoğrafı çekilen, bilhassa da felsefede çiftlenen kurban, felsefe onu kavramda yeniden tasdik eder ve onu kendini kurbanlaştıran kurban haline getirir. “Büyük” felsefenin açık bir şekilde hor görülmesi ve entelektüeller arasında kurbanlara ve “kurban” söylemine yönelik gizli küçümseme beni dehşete düşürüyor. Felsefe, bir çifte ceza, “temel” formu olan medya ağıtının türetildiği bir çifte kurban-olojisidir. Bu ikiliye eşlik eden, her türden yaranın sorumluluğunu üstlenen bilimsel kurbanoloji vardır. Bu ikilinin iki kolunun kesişim noktasında temsili imkânsız, kurban haline geldiği anda kavranan, ölümün şaşkına çevirdiği ya da meşhur varoluşsal ıstıraptan daha çok sesini kesen, ağıtı olanaksız kılan bir ıstırap çeken kurbanlaştırılmış kurban vardır. Son olarak “şahsa bürünmüş kurban” vardır: Hayvandan ziyade insana özgü olan, sadece yaşamında değil kendi yaşanmışlığında da cezalandırılmış olma hali. Yaşamsız yaşanmışlığı  [vécu-sans-vie],  insanın zayıf gücü, onu çifte felsefi suça açık hale getiren bir güç olarak ayrı tutuyorum.

Sizin meseleniz kurbancılıkla, kurbanı oynamak denilen şeyle mi ilgili?

Bundan biraz daha karmaşık. Nihayetinde oynadığı bu oyunun da kurbanı oluyorsa, kişi kurbanı oynamış sayılır mı? Kurban bilimi ve felsefi ağlayıp sızlanma arasında yer alan kurban logos’u ile felsefi ağlayıp sızlanma arasında kurbanın logos‘u çok aldatıcıdır [retors]. Ancak Badiou’nun “güçlü düşünce” adına yaptığı gibi “kurban” söylemi üzerine sinik bir şekilde konuşamam.

Metafiziğin üç temel kavramından -Tanrı, ruh, dünya- geriye ne kaldı?

Aklıma gelen ilk düşünce, “Tanrı, insanlar için yararsız ve tehlikeli bir icattır.” Onun adına işlenen suçlar ona karşı işlenen suçlardan çok. Ona karşı Mesih’i öne sürüyorum- bkz. Future Christ, A Lesson in Heresy and Christo-fiction, içinde Ruins of Athens and Jerusalem. Eğer Tanrı için kurtuluş varsa, onu kurtarmak zor olacak. Hal böyleyken bir gayri-teolojiye ihtiyaç var! Bu nedenle en az zulmünü gördüğüm Mesih’i korumak için Tanrı ve Mesih ikilisini açıp parçalarına ayırıyorum. Mesih, tarihi patlatan bir Greko-Yahudi çarpışmasıdır. Onun mesajı, bir din olarak Hıristiyanlığı yok eden, bizim için vaadini, geleceği ve kurtuluşu arzu edilir kılan bir olaydır.

Peki, ruh neye dönüşür?

O bir yansıtmadır: insandaki küçük bir tanrı, bir Yunan meselesi. Ruh mu? Onu yalnızca yaşanmış mistik deneyimi [son vécu mystique] aracılığıyla ele alıyorum. İnanç mı? İtimatı tercih ederim. Teori mi? Onu sıradan bir mesihciliğe dönüştürüyorum. Gayri-felsefi yazı, benim mistik pratiğim ve mesihçi sadakatimdir.

Peki dünya neye dönüşür?

Dünya, içinde güç bela yol aldığımız, içinde sıkışıp kaldığımız o büyük, az çok içkin ama aynı zamanda açık yerdir. İncil’de günahtır. Takdir ettiğim Gnostikler için dünya bir cehennemdir. Dünyayı ve onu yaratan Tanrıyı pek sevmezler. Bazı mistiklere göre, bazen ruh denen bir şeyin, biraz ışığın fırlatıldığı yerdir. Bütün sorun, bu kıvılcımı geri kazanmak, onun kendine dönmesini, kendini kurtarmasını sağlamaktır. Heidegger’e göre, bizi dünyada-olmaya mahkûm eden olgusallıktır. Levinas’a göre, bizi biyolojiye bağlayan şeydir. Kısacası ben evreni tercih ediyorum …

Daha öncesinde ruhun bir illüzyon olduğunu söylemiştiniz, şimdi ise tutarsız bir dünyaya atıldığını ve kurtarılması gerektiğini söylüyorsunuz.

Ruh sorunuyla ilgili olarak, Meister Eckhart ve Rusların mistik sicilinden “İsmi Yüceltenler”e [Glorifiers of the Name] başvuruyorum. Ruh, “alçaltılmış” denen bir yerde bulunur. Bir kıvılcım ya da Gnostiklere göre, İlahi’nin kirli bir oyununun ardından dünyaya atılan insanın incisidir. İnancımı mı itiraf etmemi istiyorsunuz?

Yeni bir paradoks mu?

Mesihçi tutku dünyevi aşkla birlikte benim “Hristiyan-olmayan” İncil’imdir. Hayır ve evet olmak üzere iki dayanağı vardır. Birincisi üzerine: Belirli direniş güçlerine, Marksizme, Agnostisizme, heretizme ve anti-felsefeye başvuruyorum. Ben isyanda halinde bir Agnostik, sembolik şenlik ateşlerinin ve akademik kınamaların sapkın uzmanıyım; aklın onuruna bir bölücü; felsefeye paradoksal ve koşulsuz bir sevgi besleyen bir gayri-filozofum, her zaman n + 1 olan kurbanlara şefkatli bir inanan [fidèle]; son olarak, “gayrı-inanan” türünden inanan bir adamım.

İkinci dayanak beklentilerinizi, standart-olmayan felsefenin aksiyomatik ve sorunlu yönünü içeriyor; sadece bulutlar, dalgalar ve müzik değil tüm bu kavgaların ilkesi olarak felsefi yeterliliğe mesihçiliğin panzehiri. Ben bizzat insanı, ayrı ayrı salt felsefe veya din ile değerlendirilemeyecek olan mesihçi bir faktör üzerinden “sıradan” veya “jenerik” olarak tanımlıyorum.

Peki ya sonra? Yanıtım son derece zayıf [mince].  Bu katı mesihçilikte, karşısında bir ateist olduğum İsrail’in Tanrısından farklı bir titizlikle, felsefeyi “düşürerek” veya onu alt-belirlenime tabi tutarak onu paradoksal olarak tersten dengeleyen matematik formülü aradım. Bu mesihçi katsayı, sadece “büyük düşünürler” için değil, herkes içindir. Karmaşık bir sayıdır, “-1’in karekökü” gibi matematiksel bir simgeye sığar… Bu kadar küçük araçlara ne çok vaat sığıyor, insanın aklına Leibniz geliyor! Ancak motifi nasıl müzikal olarak geliştireceğini bilmek gerek: Yaratım yoluyla sadakat, icat yoluyla itimat, keşif yoluyla mesihçilik.

Gayri-felsefenin bu müzikal gelişimi, Eylül 2014’te Cerisy Sempozyum’unda onurlandırıldı. Bu övgü size ne hissettirdi?

Cerisy’deki on gün, kişinin isminin sıradanlaşmasına nasıl dayanacağını öğrenmesi gereken bir tür son karar beklentisi, psikolojik bir testti. Aynı zamanda kendimi, çocukları tarafından şükür ki ihanete uğramış, çürümeye açık ama hayatta kalan felsefe disiplinine kurban edilmiş bir babaya indirgenmiş hissettim. İşim artık kontrolümde değil, artık bana nazaran yapılmıyor! Birçok kıtadan gelen ve bu on günü mümkün kılan, bana yardımcı olan ve katılan tüm arkadaşlarıma teşekkürler.

Referans olmak… Referans ve hürmet eksikliğine ant içmiş biri için ne ironik.

Metinlerimden bazıları kolajlar, büyüklüğünü tanıdığım ünlü metinlerden kısa parodiler içeriyor. Ama az okuduğum, daha bile az alıntı yapıyorum, bu doğru. Bunun sinir bozucu olduğunu kabul ediyorum. Referans eksikliği konusundaki kararlı tutumum yüzünden iftira tacirleri silsilesine direniyorum, öyle ki akademisyenler öfkelenmekte haklı. 500 sayfalık tezimde sadece bir alıntı yaptım, o da küçük kızların söylediği bir uyaklı bir şarkıya, o da jüriye, atıf yapmanın ne olduğunu bildiğimi göstermek için.

Bu röportajı; Hans Jonas’dan, bana yaraşan türden umutsuzluk tonlarıyla kulağa bir vasiyet gibi gelen bir alıntıyla bitirerek bunu size bir kez daha kanıtlayayım: “Böylece akılsız umutlardan ve kaçınılmaz hayal kırıklığından korunaklı, çölleşen zeminde belli bir sevinçle ilerliyorum, çoktan çokça ölü ilan edilmiş metafizikle tanışmaya hazırım, artık şarkısını duyamamaktansa onun yönlendirmesiyle yeni bir yenilgiye ilerlemek evladır.”


[1] “Non-philosophy”: Terim metin boyunca “felsefe-olmayan” ya da “gayri-felsefe” olarak kullanılacaktır. [ç.n.]


Bu röportajı Nalan Kurunç çevirdi, çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.

Exit mobile version