Site icon Terrabayt

Eleştirinin Ötesinde: Donna Haraway ile Röportaj II/Halk için Biyoloji


Katherine Bryant: Dr. Haraway, sizinle konuşabildiğimiz için heyecanlıyız. Dergimizin bu sayısının konusu Biyopolitika, eskiden Sosyobiyoloji Çalışma Grubu olarak adlandırılan çalışma grubu başı çekiyor, bu gruba aşina olduğunuza eminiz.

Donna Haraway: [Gülüşmeler.] Bebekliğimin bir parçası!

KB: Biyolojik determinizmle ilgili sorunları tartışıyoruz ancak genel olarak mevzu bilimin sömürgeci, engellilere ayrımcılık uygulayan, cinsiyetçi ve ırkçı ideolojileri yeniden üretmek üzere nasıl da yanlış kullanıldığı ve suistimal edildiği, bu sorunlarla nasıl mücadele edileceği, insanların bilimi özgürleştirici amaçlar için nasıl kullanabileceği. Aynı zamanda hepimiz şu anda ırkçılığa ve sömürgeciliğe karşı küresel ayaklanmalara tanık oluyoruz ve bazılarımız bunlara katılıyor. Çalışmanızın bununla nasıl bir bağlantı kurduğundan ve içinden geçtiğimiz momente dair gözlemlerinizden bahseder misiniz?



DH: Bence birbirimizin duyarlılığına ve birbirimizin gayretine ihtiyacımız var ama ben her zaman suistimal eleştirisiyle değil de neyi ön plana alabileceğimizi düşünmekle ilgileniyorum, tabii bunu da itinayla, tarihsel olarak yapmak hala temel teşkil ediyor. Katkıda bulunduğum ve arzu ettiğim şey, farklı bir biyo-politika anlayışı ve bu konuda, örneğin Sol’da pek sevilmeyen Bruno Latour ile müttefikim. Marx’tan alıntı yapmaya alerjisi efsanedir [gülüşmeler]. Bruno artık onlarca yıldır çok sevdiğim bir arkadaşım ve onun ısrarına aşığım, örneğin kritik bölge bilimcileri üzerine yaptığı güncel çalışmalarında bunu görüyoruz. Kuzey Fransa’da küçük bir ormanda su süreçlerinin tarihini, mineral birikimlerini, atmosfer ve gaz değişimlerini, yeryüzünde bu yerin çağdaş ve derin tarihini ölçmek için bir araya gelen bilim insanlarından ve teknoloji uzmanlarından oluşan kişilere odaklanıyor. Bu girişim, çok büyük ölçekte değil de siyasete ve bilime bilgi sunacak şekilde kritik bölgelerden gelen dünyalılar olarak modelleme taahhüdünün bir parçası.

Katkıda bulunduğum ve arzu ettiğim şey, farklı bir biyo-politika anlayışı ve bu konuda, örneğin Sol’da pek sevilmeyen Bruno Latour ile müttefikim.

Tür etkileşimleri ve ekolojik etkileşimler rol oynasa da bu tam olarak biyopolitika sayılmaz. Bu kritik bölge bilim insanları, temelde ırksal adaletsizlik etrafında dönen biyopolitikayla ilgilenmediler. Çalışmaları bu temel meseleleri pek ele almaz ama bence bu, bilimleri dünyanın içinde ve dünyaya içkin olarak konumlandıran bir çalışma.

Irk bilimi tarihi bitmedi, değil mi? Ayrıca ırksal adaletsizliğin tarihi, kölelik zamanlarında Siyah kadınları zorla ameliyat eden jinekolog heykelleri de dahil olmak üzere [J. Marion Sims] biyoloji ve tıpla bağlantılı ama işler orada son bulmuyor pek. Bu tarihler gerçekten çok önemli ama bence bizim gibi insanlar için suistimallere odaklanmak o kadar cazibeli ki ırksal adalet için iyi biyolojinin önemini fark etmiyoruz. Sadece sağlık için de değil, ki sağlık da elbette çok önemli ama sağlıklı ekosistemlerin neye benzediğini, ittifak ve iş birliği içinde nasıl restore edilebileceklerini anlamak için de. Gelişim biyolojisini, hamileliği ve erken çocukluğu yeterince anlamamanın ırksal etkileri olduğunu düşünüyorum. Üstelik en önemli biyolojik müdahale de temiz su ile sağlıklı barınma, ki bu da aslında biyolojik bir müdahale. Hücresel, moleküler ve gelişimsel biyolojinin birçok ayrıntısını gerçekten bilmek isteseniz de en çok bilmeniz gereken şey, hangi koşulların insanların oldukça sağlıklı yaşamasına mahal verdiğidir, yani bu diğer soruların yeri farklıdır. Bunun, sorunun cevabı olup olmadığını bilmiyorum ancak asıl itici güç istismar eleştirisi olduğunda her zaman endişeleniyorum.

Bu tarihler gerçekten çok önemli ama bence bizim gibi insanlar için suistimallere odaklanmak o kadar cazibeli ki ırksal adalet için iyi biyolojinin önemini fark etmiyoruz.

KB: Sosyobiyoloji Çalışma Grubu hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

DH: Evet, sosyobiyoloji bir felaketti. [kahkahalar] Bu gerçekten beni üzüyor. Evrim biyolojisi âşık olunacak bir şeydir, değil mi? Evrimsel ekolojik gelişimsel biyoloji, simbiyogenez, seçilim ile simbiyogenetik olaylar arasındaki etkileşim, karmaşıklık ve yeryüzü ile Dünyalıların bileşimi. Açıkça bir tür maliyet-fayda hesabına, doğrudan kapitalist ekonominin tarihinden çıkma oldukça yoksun bir iktisat kuramına indirgenir. Bu aslında Darwciliğin indirgenmesidir. Darwincilik bundan daha zengindi. Darwincilik, ilerleyen evrim teorisinin açıklayıcı aygıtları açısından hiçbir zaman hikâyenin tamamı olmadı ama bence önemli. Evrime dair bir şeyler düşünmeden günü geçiremezdim.

Natasha Myers ve Carla Hughstack’in evrimsel momentum yerine involüsyonel momentum ile yaptıklarını işleri gerçekten seviyorum. Dünyanın dokularının yeni şeyler yapmak için bir araya gelmesi… Sosyobiyoloji bence daha en baştan bilişsel anlamda hasarlıydı ve ezici bir şekilde – bunun karikatür halini söyleyebilirim – dünyada iyi şeyler yapsalar da oldukça maço olan erkek şovenist düşünürler tarafından yürütüldü. Bence E. O. Wilson gerçekten iyi işler yaptı ama sosyobiyoloji bunlardan biri değildi. Sosyobiyolojinin, evrim teorisinin son moda işiymiş gibi sunulduğunu ama temelde determinist, tepeden inme bir ekonomist-kapitalist biyoloji önerdiğini düşünüyorum. Bence bu biyolojiye büyük zarar verdi, ki dünyaya zararından bahsetmiyorum bile. Bu insanlar, matematiğim var, modellerim var, şık denklerim vs. var diye oldukça kibirli davrandılar.

Bir an için E. O. Wilson’ı düşünün. Doğa Tarihi Müzeleri’nin, ve dünyanın dokularını gerçekten bilen, sahada çalışan Doğa Tarihi taksonomistlerinin tasfiyesi onu oldukça umutsuzluğa düşürmüştü. O tür bir dünyayı bilme biçimi, o tür bir biyoloji kuramının paradigmaları içerisinde finanse edilmeyecektir. Öte yandan, açıklama modeli olarak sosyobiyolojinin mirasçıları olan evrimsel psikolojiyi kullanmış olan pek çok biyoloji sahası aklıma geliyor. Primat araştırmalarında, kuş araştırmalarında vb. yapılan pek çok iyi saha biyolojisi var, bu yüzden bu meseleyi çok basite indirgeyemeyiz. Ama bence alanın daha zengin bir biçimde gelişmesi için evrimsel biyolojinin matematiği de dahil olmak üzere çok fazla kaynak vardı ama yaşanan oldukça dar kaldı.

Erik Wallenberg: Başat, büyük harfle Bilimin sorgulandığı birkaç organizasyon veya saha örneği verdiniz. Bilimin yanı sıra sosyal, kültürel, politik ve ekonomik konuları da dikkate alarak çalışmalar yürüten ve dünyayı gerçekten anlamamıza yardımcı olan bilim insanlarına, kurumlara veya tıp uygulayıcılarına örnek verir misiniz?

DH: Michael Hadfield gelişimsel deniz embriyolojisi biyoloğu ama aynı zamanda Pasifik Adası kara salyangozlarının korunması üzerinde de çalışmalar yürüttü. Bu bağlamda sürekli Pasifik’teki çeşitli ada uluslarından ve ada gruplarından Pasifik Adası müttefikleriyle birlikte çalıştı. Japonların nükleer reaktör fiyaskolarında, güya düşük dereceli nükleer atıkları boşaltmak istedikleri Pagan Adası da dahil olmak üzere askeri ve kalkınma planlarına ilginç bir biçimde muhalefet eder halde buldu kendini. Michael ve müttefikleri temelde onu engelledi, bunun yerine uluslararası tanıtım ve imza kampanyaları yaptılar, tabii işin bilimini de geliştirdiler, araştırmalar yaptılar, -hangi türler nerede ve bir şeye engel olmak için hangi yasal araçları kullanabilirsiniz gibi şeyler. Nesli Tükenmekte Olan Türler Yasası gibi kusurlu bir şeyi kaybetmemek gerçekten önemli. Bunu kullanabilirsiniz. Bu konuda onunla The Tree Snail Manifesto (Ağaç Salyangozu Manifestosu) adında bir şey de yazdık.

Scott Gilbert’in gelişimsel biyoloji alanındaki temel ders kitabını düşünüyorum da bu ülkede insanları gelişimsel biyolojiyle tanıştıran iki ya da üç büyük ders kitabından biridir. Scott daha ilk baskıdan itibaren siyasi ve kültürel konuları, hatta etik ve dini kaygıları kitaba öylesine iyi dahil etti ki. Scott gerçekten ilginç biri, Talmud ve Yahudi ilmiyle derinden ilgileniyor. Özellikle gözlemci biri değil ama çok ilginç düşünme biçimleri var. Bu onu Hıristiyan olmayan, ki bu gerçekten insanın içini rahatlatıyor, seküler Hıristiyan da olmayan belli etik düşünme biçimlerine yönlendiriyor. Ekolojik ve gelişimsel biyoloji üzerine ders kitabı ve öğrencileriyle ve ortaklarıyla geliştirdiği biyolojik dünyaya dair düşünme biçimleri, DNA temelli tepeden inme bir programı, dar bir moleküler biyoloji hakimiyetini reddeder; birlikte-oluşu, sadece içinde yaşamakla kalmayıp bir parçası olduğumuz dünyaya yaklaşma biçimi olarak öne çıkarır. Bir fanusta yaşamıyoruz, bu yüzden bence bilgi üretme gerçekten çok önemli.

Bilimsel konularla derinden ilgilenen genç antropologlardan bazılarıyla, mesela kısa süre önce Cornell’e taşınan Juno Parreñas’la, Davis’teki Tim Choi gibi kişilerle, şu anda Danimarka’da çalışan Heather Swanson gibi kişilerle, antropolog olmayan ama bu konuda epey bilgisi olan Alberta’da Yerli Çalışmaları alanının bölüm başkanı olan Kim TallBear gibi kişilerle konuşabilirsiniz. Olup bitenlerin ekolojisini ön plana çıkaran bir yazı yazacak olsaydım York’tan Natasha Meyers ile konuşurdum, gerçekten ilginç şeyler yapıyor. Bu insanların çoğuyla konuşursanız, sahada neler olduğunu, çağdaş genç işçilerin neler yaşadığını biliyorlar. Bu insanlar, yerli bilgi üreticilerini tanıyor, onlarla birlikte çalışıyorlar. Alberta’daki Tar Sands madenlerinde sahadalar, bu insanlar hem bilimsel ve teknik muhalefetin gücünü hem de gerçekten fark yaratmak üzere asıl işi yapan insanların taahhüdünü biliyorlar.

EW: Dergiyi okuyan bazı kişiler, Halk için bilim ile olan ilişkinizi de duymak isteyecektir. Her zaman “halkı” sadece insanlar olarak değil daha geniş dünya, diğer yaratıklar, bütün bir ekoloji olarak düşündüğünüzü söylersiniz.

DH: Hepimiz.

Bilimi elbette eleştiriyoruz. Ama bunun gerçekten fantastik olan o güzelliğini, o “vay canına” hissini iletmek bizim işimiz. Aksi halde, eleştiriyle neden uğraşasınız ki? Bunu neden yaptığımızı hatırlamalıyız, tehlikede olan bu dünya için bilim yapıyoruz.

EW: —evet, tüm dünya sistemini. Halk için Bilim ve diğer radikal bilim gruplarıyla olan bağınız hakkında biraz konuşabilir misiniz? Zaman içinde o dünyada nasıl gezindiğinizi, bundan çıkarabileceğimiz dersleri…

DH: Halk için Bilim, Yale’de biyoloji alanında lisans-üstü eğitimi alırken benim için önemliydi. Örgütlenmenin dünyama ilk girdiği zamandı o. Ama bence bilim ile siyaset ilişkisine dair anlayışım bundan çok daha eskiye gidiyor, birçok açıdan liseye kadar götürülebilir: lisede biyoloji dersi almak ve bir Katolik okulunda dine inanan ve onu uygulayan Katolik bir çocuk olarak evrimi öğrenmek rahatsız ediciydi. Ona tamamen karşı olmasa da onunla sürtüşme halinde olan diğer çelişen dünyada oluş biçimlerine dahil etmeden öylece öğrenebileceğim bir şey değildi bu. Bir tür sürtüşme, dünya hakkında belli bir düşünme biçiminin bir tür gelişimi olarak bilimleri hareket halinde ele almak, benim için gerçekten çok uzun bir zaman öncesine dayanıyor ve kesinlikle sivil haklar hareketinde bu daha da gelişti. Nüfus Bombası olayı en başından beri benim için büyük bir sorundu. Sonunda, Barry Commoner’ın çevre sorunları üzerine verdiği bir konferans sayesinde üniversitede zooloji uzmanı oldum.

Porto Riko’daki kısırlaştırma istismarının tarihini ve her türlü feminist üreme politikasının sınıf ve ırkı hesaba katması gerektiğini anlamaya başlamıştım.

Organizasyon olarak Halk için Bilim, Vietnam Savaşı ile, kimyasal ve biyolojik savaşla oldukça bağlantılı. Yale’de biyoloji alanında lisans-sonrası eğitimi alırken, kimyasal ve biyolojik savaşa karşı çıkan bir öğretim üyesinin verdiği bir derste öğretim görevlisiydim. O dönemde Yale’deki biyoloji müfredatının bir parçasıydı. Grubumdaki lisans-sonrası öğrenciler feminist olarak örgütlendi. Bu kadınların çoğu, hücre biyolojisi ve gelişim biyolojisi cemiyetinde feminist dernekleri, Boston Kadın Sağlığı Kolektifi’ni vb. kurdular. Gey kurtuluş hareketi büyük ölçüde bunun bir parçasıydı. Dünyada gey ve lezbiyen varoluş biçimlerinin genetik olup olmadığı sorusu, bilimlerin dünyada var olmakla ilişkisine dair bu sorular, o yıllarda Halk için Bilim’in bir örgüt olarak ele aldığı meselelerdi.

Porto Riko’daki kısırlaştırma istismarının tarihini ve her türlü feminist üreme politikasının sınıf ve ırkı hesaba katması gerektiğini anlamaya başlamıştım. Johns Hopkins’te ders verirken Baltimore’daki Geceyi Geri Al yürüyüşlerinin ve Marksist feminist örgütün bir parçasıydım. Yani bir organizasyon olarak Halk için Bilim bu daha geniş yapının bir parçasıydı. Bu hemen hemen hepimiz için doğruydu. Derslerimde başlarda dergiden bilgiler kullanırdım. Halk için Bilim’de hiçbir zaman aktivist olarak kilit bir pozisyonda bulunmadım ama üyeydim ve gezgindim ve bu bana anlamlı gelen dünyanın bir parçasıydı.

Bence Halk için Bilim’in işinin bir kısmı da bilimin neşesini halka erişilebilir kılmak. Bilimi elbette eleştiriyoruz. Ama bunun gerçekten fantastik olan o güzelliğini, o “vay canına” hissini iletmek bizim işimiz. Aksi halde, eleştiriyle neden uğraşasınız ki? Bunu neden yaptığımızı hatırlamalıyız, tehlikede olan bu dünya için bilim yapıyoruz. Değilse, umutsuzluk hemen köşe başında bizleri bekler, özellikle de sorunun çok derin olduğu bu zamanda.

KB ve EW: Bizimle sohbet etmek için zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Umarız siz ve hepimiz karşı konulamaz olandan uzak durabiliriz.


Donna Haraway’le gerçekleştirilen bu söyleşiyi Nalan Kurunç çevirdi, çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.

Exit mobile version