Site icon Terrabayt

Dünyanın Yeni Aklı: Tinsel ve Sportif Kendilik

Günümüzde yeni bir etik anlayışı var: girişimci etiği. Nicolas Rose bu girişimin ilkelerini şöyle sıralar: “enerji, inisiyatif, hırs, kişisel sorumluluk.”[1]  Bu, her alanda kendi insan sermayesi üzerine çalışmakla kalmayan; bunun yanı sıra kendini sürekli dönüştürerek daha iyi olmak, daha etkili olmak için çabalayan bireydir. Bu birey, kendini çeşitli performanslarla sürekli iyileştirmeye çalışır. Yeni zamanların etiğidir bu. Fakat bunu varoluşçuluk etiği ve hedonizmle karıştırmamak gerekir. Michel Foucault’nun sözünü ettiği, toplumsal rollere mesafe alan kişinin kendine karşı aldığı etik bir mesafe olan “kendilik kültürü”nün[2] tersine, söz konusu olan “kendini bütünüyle adayan özne”dir. Girişimci etiği, “kendini yaratan insan”ı över ve kendini varoluşçu bir etik gibi gösterir. Bu açıdan özneyi kendini sürekli sorgulamaya davet etse de bugünün özgür olma koşulu, herkesin geçmişteki pasif statüsünü aşmayı bilmesi, yani kendi kendisinin şirketi olabilmesidir. Bu kendi üzerine çalışma pratiğinin en önemli ilkesi, kişisel projeleri ile herkesin küçük bir şirket haline gelmesi fikridir. Kısacası, bireyin kendisi bir girişim olarak tanımlanır. Peki bundan ne anlamalı? Kendilik girişimi, “psikolojik ve toplumsal, hatta tinsel kendilik”tir. Bütün bu alanlarda faal ve bütün bu durumlarda söz sahibidir.

Ruhun İşletilmesi

Lacan’ın deyimiyle kimdir peki bu yeni nesil “ruh yöneticileri”?

Her biri travma odaklı seminerler, yoga ritüelleri, olumlama, mindfulness gibi farklı teknikler uyarınca, çeşitli ekollere ya da gurulara bağlı olarak farklı yöntemlerle, “kendine daha iyi hakimiyet”, duygulara hakimiyet, strese hakimiyet, kısacası kendinde her şeye hükmeden bir kendi kendinin yöneticisi olma pratiği ile çalışmaktadırlar. Online merdiven altı terapi ritüelleri ve herkesin birbirine pozitif ol çağrısıyla işleyen; inanmakla başarmanın her daim eş kabul görüldüğü, fazlasıyla etnik bir piyasa olan postmodern bir alandır bu. Hepsinin hedefi ilginç bir şekilde benliği güçlendirmektir ve güç durumları son derece operasyonel yönetebilmektedirler. Her birinin kendine özel tarihi, yöntemi ve kurumları vardır. Burada bizi ilgilendiren önemli nokta ise hepsinin, ampirik ve akılsal görünümlü argümanlar sunmak üzere psikolojik bilgilere başvurmalarıdır.

Bu bilgiler; bir koçun yardımıyla tek başına veya grup halinde öz-düşünüm, meditasyon, kendini bulma gibi evrelerden geçerek kendini daha iyi tanımak amacıyla veya derin bir motivasyon konuşmasından geçerek bilinçsiz ve dolambaçlı bir iletişimi önlemek adına herkese eşit aktarılan bir benlik biçiminde sunulur. Yani “benlik durumu”[3] tek bir teori ve pratik olarak herkes içindir.  Bu yönteme göre ben’in duygulanımlarına hâkim olması -ki bu her daim tartışmaya açıktır- basit bir araçtan başka bir şey değildir. İlginç olan, bu tarz yöntemlerin “kendine hâkim olma” idealine yapılan vurguyu da yerli yerine yerleştirmesidir.

Günümüzde başkalarıyla pozitif ve empatik ilişkiler kurmak üretici olmanın ön koşulu olup öznenin şirketleşmesi boyutunda da özellikle psikolojiyle örüntülüdür. İşletmecilere hitap eden bu teknikler; kişiye kendinde arayıp bulabileceği bir saygınlık, baskı uygulayabileceği bir duygu yönetimi ve en önemlisi bir karizma vaat eder. Öncelikle hangi teknik ve yapı içerisinde bir kendilik pratiği aranırsa aransın, nihai hedef ortak bilgiden güç almak ve enerjiyi ortak hedefe yönlendirmektir. Bu kendilik eğitimlerine katılanlar, yeni “ruh yönetici”leri olacak ve kendi öznelik beklentilerini başka kişilere yükleyerek yeni bir yönetim biçimi getireceklerdir. Çokça duyduğumuz basmakalıp ifadelerle (kendini bilmek, olumlamak, öfkeyi kontrol etmek, dansla yolculuk, sesle terapi, azlığa çare gibi) yeniliklere başvurmak, işletmeci mantığıyla ruhun yöneticiliğini üstlenmektir.

“Kendini gerçekleştirme”nin, “kendi üzerinde çalışma”nın önemli bir çalışma alanına dönüşmesi, kendini nesne olarak ele alacak öznenin içe kapanması, kendi dışında hiçbir düzenle ilişkiye girmemesi anlamı taşımamaktadır. Foucault’nun deyişiyle “kendilik kaygısı”, kendiliğin hem nesnesi hem de amacı olması, beraberinde özerklik getirmek zorunda değildir.[4] Kişi, kendi üzerine yalnızca kendisiyle, kendisi için çalışmaz. Dahası, öznenin kendisini iyileştirdiğini varsaydığı bu bedensel ve ruhsal egzersizler; bireyi, dünya piyasasının bir eklentisi haline getirir.

İlla mutlak, pozitif, işbirlikçi olmak gerekiyorsa, buradaki neoliberal kendilik idaresi, kendinden daha fazlasını bekleyen birey için daha önceden hazırlanmış bir performansla gerçekleştirilecektir. Yani kendisine saygısını paradoksal bir biçimde imal etmektedir. Bugün ekonomik ve toplumsal sorunların büyük bir çoğunluğu, tek tek şahısların öz-suçlama üzerinden sorumluluğunu aldığı bir soruna dönüşür. Zira psişik sorunlara indirgenen bu sorunların kaynağı bireymiş gibi gösterilir ve dışsal bir otorite yokmuş gibi lanse edilirler. Böylece kendi motivasyonunu arayan kişi ruhsal bir çalışmaya girişir. Bu durum; hızlı sonuç veren, fiyatını hak eden sofistike entelektüel ürünlerle idame edilir. Onların sunumları, şemaları, standartlaşmış yasaları, ikna yöntemleri vardır. Ancak bu kendilik işletmesi, kişisel gelişim piyasasında yer edinmeye çalışan bir ticaretten başka bir şey değildir. 

Neoliberal akılsallığın gücü, gördüğümüz gibi daha çok özneleri şematik ve tinsel hareket etmeye mecbur bırakan durumların yerleşmesine bağlıdır. Fakat kişinin rekabet halinde şirket gibi davranması ne demektir?

İllüstrasyon: Paweł Kuczyński

Haz/ Performans Öznesi

Bu şemada özne, rekabet ve performans insanıdır. Başarmak ve kazanmak için, kendi kendisinin girişimcisidir. Bugün ideal bir patron yerine tanrısallaştırılmış modern tiyatro kahramanları ve spor salonlarında çalışan antrenörler daha iyi iş görmektedirler. 20. yüzyıldan beri spor kültürü; sovyetçilikle, faşizmle, fordizmle bağdaştırılmıştır fakat spor da performansla birlikte önemli bir değişim geçirmiştir. Özellikle cinsellik gibi başka alanlarda da aynı şekilde çerçevelenen bir politika yürütülmektedir. Bugün cinsellik, cinsel pratikleri analiz eden geniş “psikolojik” söylemlerle, herkesin normatif bir doğruyu kendi bedeninden talep ettiği performans egzersizleri halini alır. Orgazmın süresi, ilişki kalitesi, çeşitliliği, pozisyon sayısı ve tipleri ve en önemlisi buna uygun bir beden şekli mevcuttur. Alain Ehrenberg’in söylediği gibi, spor “çok yönlü bir eylem ilkesi” olmuştur. Coaching: spor, cinsellik ve çatışma arasındaki bu benzerliğin işaretidir.[5]

Düzen böylece sponsoru olduğu imajlar ile sporcuları özdeşleştirirken, spor dünyası da bir business laboratuvarına dönüşür. Sporcular, kendi kendinin girişimcisi olmanın kusursuz somutlaştırmalarıdır, sadakati dikkate almadan tereddütsüzce en çok teklif sunana satılmayı onaylarlar. Öyle ki, kendini geliştirme, güçlü duruş arayışı, bedene aşırı bakım, “aşırılıktan” büyülenme, ilginç bir şekilde aktif kullanılan ama boş olan o zamandan hoşlanmak, sınırları daha önce idealleştirilen o yerden aşmak… Bütün bunlar sportif modelin eğlendirici seyrinden ibaret olamaz. Misal yalnızca en kurnazların ve çoğu zaman da en siniklerin hayatta kaldığı “yaşam mücadelesi” tele realite programı Survivor, sözde yeteneği bambaşka bir bağlamda etkinleştirmektedir. Bu tür çağdaş Robinsonluk, performans ve hazzın ayrılmaz bir imgelem oluşturduğunu gösterir. Öznenin toplumsal normu gerçekten de değişmiştir. Herkes, kendi üzerine çalışan ve her daim yeniden yapılanan kişiler olmuştur; hedef ise azami performanstır. Özneyi kendinden menkul bir işletme haline getirmek, insan sermayesinin birikimine tekabül eder. Yeni özneyi işleten şey, kişiyi yaşama zevkinden, kendinden, salt yaşıyor olma halinden söküp almaktır.


Ana Görsel: Paweł Kuczyński

[1] Nicolas Rose, Investing Ourselves, Psychology, Power and Personhood, CambridgeUniversity Press, Cambridge, 1996, s.154

[2] Michel Faucault, L’Hermeneutique du sujet, Gallimard/Seul, Paris, 2001, s.187

[3] Pierre Dardot, Christian Laval, Dünyanın Yeni Aklı Neoliberal Toplum Üzerine Deneme, Bilgi Ünv. Yay, İstanbul,2021, s.377

[4] Michel Faucault, L’Hermeneutique du sujet, Gallimard/Seul, Paris, 2001, s.203

[5] A.Ehrenberg, Le Culte de la Performance, Hachette, Paris, 1999.

Exit mobile version