Site icon Terrabayt

Big Data Sarayı

“Tabir Sarayı ya da günümüzde söylendiği gibi Rüyalar Sarayı, yüce imparatorluğumuzun en önemli kurumlarından biridir…” (s.17).

“Bana göre, tüm devlet mekanizmaları içinde Rüyalar Sarayı, insan iradesine en yabancı olanı. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Hepsinin içinde en insanüstü, en kör, en ölümcül olanı; dolayısıyla da devlete en ait olanı” (s.51).

İsmail Kadare’nin 1981’de yayımlanan Rüyalar Sarayı[i] romanı, “Osmanlı Birleşik Devletleri” adıyla yeniden yapılandırılan (muhtemelen Tanzimat dönemine gönderme yapan) hayali bir 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda geçiyor. Roman, kendisine arka plan olarak sadece kurgusal bir tarihi değil, George Orwell’in Gerçek Bakanlığı’nı andıran kurgusal bir kurumu, “Tabir Sarayı”nı koyuyor. Tabir Sarayı, İmparatorluğun dört bir yanından “ayrım gözetmeksizin” (s.18) toplanan rüyaların işlendiği bir kurumdur ve burada rüyaların pek çok işlevi bulunur. Burada rüyalar, “… belki ülkemizi ve Hükümdarımızı bir felaketten korumaya, savaş çıkmasını ya da bir vebanın patlak vermesini önlemeye hatta yeni fikirlerin üretilmesine yardım edebilir.” (s.19) Rüyalar yalnızca belirli kişilerden toplanmaz, adeta vergiyi andıran bir şekilde tüm tebaadan toplanır. Zorla değil, gönüllü bir biçimde, çünkü en sıradan insanın gördüğü rüya imparatorluğun kaderinde etkili olabilir. Romana göre rüya yorumunu daimi bir devlet kurumu yapan ilk imparatorluktur bu. Tabir Sarayı, vatandaşlarından topladığı milyonlarca rüyayı tasnif edip yorumladıktan sonra arşivleyen dev bir mekanizmadır. İmparatorluğun bilinçdışıdır. Rüyalar önce Seçim Birimi’ne gelir, burada kıymetsiz olarak tasnif edilen rüyalar ayıklandıktan sonra Tabir Birimi’ne gönderilir ve her hafta sultana takdim edilmek üzere bir “Ana Rüya” seçilir. Her şey ona bağlıdır, “Ana Rüya” devlet hayatında önemli değişikliklere yol açar. Bu yüzden, “bu rüyanın nereye indiğini tespit etmek, kum çölünde kayıp bir inci arar gibi, diğer milyonlarca ve milyarlarcasının arsından onu bulup çıkarmak bizim görevimiz,” (ss.18-19) diye anlatır memur. “Ana Rüya”nın sultanın kararlarını yönlendiren en önemli rüya olması, imparatorlukta güç savaşı veren politik aktörlerin onu etkilemeye ve belirlemeye çalıştığı bir bilgi nesnesine dönüştürür. Bu yüzden denir ki kimi “Ana Rüyalar” uydurma bile olabilir. Böylece İmparatorluğun politikası “gerçeklere dayanmayan korkunç bir güç” (s.105) üzerine inşa edilir.

Tabir Sarayı, vatandaşlarından topladığı milyonlarca rüyayı tasnif edip yorumladıktan sonra arşivleyen dev bir mekanizmadır. İmparatorluğun bilinçdışıdır. Rüyalar önce Seçim Birimi’ne gelir, burada kıymetsiz olarak tasnif edilen rüyalar ayıklandıktan sonra Tabir Birimi’ne gönderilir ve her hafta sultana takdim edilmek üzere bir “Ana Rüya” seçilir. Her şey ona bağlıdır, “Ana Rüya” devlet hayatında önemli değişikliklere yol açar.

Kadare, Tabir Sarayı’nı Mark-Alem’in gözünden aktarıyor. İsminin çift yapılı olması dikkat çekici. Mark Batı’dan gelen bir isim iken Alem Doğu’dan gelen bir isim. Rus Biçimcileri’nin analizlerine paralel şekilde Mark-Alem’in temsil ettiği işleve Doğu-Batı diyebiliriz. Burada tebaanın ikili karakteri ile iktidarın ikili karakterini ve hatta imparatorluğun merkez/çevre’ye dayanan ikili karakterini görmek mümkün. İki dünya, rüya tabirleri (Doğu) + bürokrasi (Batı) formülü ile ilişkilendirilebilir. İrrasyonelliğin rasyonelliğidir bu. Devlet kararlarının gerçeklikten kopuk karakteri Kadare’ye Sovyet devlet aygıtını eleştirme fırsatı verir. Mikhail Epstein, Sovyetlerin gerçekliğin maddi koşullarından uzaklaştığını, bunun “devletin güçlü tahayyülünün işlevi”ne dönüştüğünü söyler.[ii] Rüyalar Sarayı da gerçek dünyanın tamamen devletin hayal gücüne ve yorum bilgisine bağlı olduğu ideolojikleştirilmiş bir evrende geçer. Mark-Alem’in ikili kimliği, ailesinin kaderiyle de ilişkilidir; Köprülü ailesinin hem şanlı hem de yüz karası oluşu, Mark-Alem’in nüfuzlu Quprili (Köprülü) ailesinin kaderiyle paralel aktarılır. “Köprülüler” hem şanlı bir geçmişe sahipler hem de onulmaz bir kötü talihe: “Biz Quprililer,” dedi en küçük dayısı Kurt şakayla karışık bir tonda, “biraz Vezüv’ün dibinde toprağı işleyen insanlar gibiyiz. Yanardağ gölgesinde yaşayan ve o patladığında külleriyle kaplanan ve yanan o insanlar gibi biz de gölgesinde yaşadığımız Hükümdar tarafından düzenli aralıklarla vuruluyoruz.” (s.48)

Mark-Alem’in Tabir Sarayı’na girmesi, daha doğrusu sokulması, Quprili ailesinin devlet içinde nüfuzunu arttırma projesinin bir parçası aslında. Fakat Mark-Alem bu iş için uygun değildir, kaybolmuş Kafkaesk bir karakterdir, sık sık Tabir Sarayı’nın uzun koridorlarında kaybolur, adeta Bonaventure Oteli’nin konuğu olan Jameson gibi çıkışı bulamaz, içeride neler döndüğünü bir türlü anlayamaz. Jameson 1980’lerin ortalarında postmodernizm üzerine yazdığı makalesinde, Bonaventure Oteli deneyimini, öznenin kendini konumlandıramadığı, haritasını çıkaramadığı, merkezsiz çokuluslu, küresel dev bir iletişim ağının analojisi olarak sunuyordu.

Mark-Alem’in Tabir Sarayı’na girmesi, daha doğrusu sokulması, Quprili ailesinin devlet içinde nüfuzunu arttırma projesinin bir parçası aslında. Fakat Mark-Alem bu iş için uygun değildir, kaybolmuş Kafkaesk bir karakterdir, sık sık Tabir Sarayı’nın uzun koridorlarında kaybolur, adeta Bonaventure Oteli’nin konuğu olan Jameson gibi çıkışı bulamaz, içeride neler döndüğünü bir türlü anlayamaz.

Seçim Birimi’nde iken bir türlü yorumlayamadığı bir rüya başına bela olacaktır. “Ana Rüya” olarak seçilen bu rüya, Quprili ailesinin devlete karşı komplosu olarak yorumlanır. Bunun sonucunda İmparatorluk polisi, Quprili ailesinin akşam yemeği verdiği konağa gelerek iki Arnavut şarkıcı/rapsodisti öldürür ve Mark-Alem’in dayısı Kurt’u tutuklar. Bu korkunç olay sonrasında Mark-Alem Tabir Sarayı’ndaki görevinin bittiğini düşünse de, ailesinin nüfuzuyla – darbeyi izleyen bir karşı darbe olarak – daha da yükselir.

Tabir Sarayı Mark-Alem’in en başında öğrendiği gibi dış etkilere kapalı bir yerdir. Öyle ki, çalışan binlerce memur Saray’ı dış dünyaya tercih edebilir. Mark-Alem de yavaş yavaş onlara benzemeye başlar, izin gününde dışarıya çıkar ve her şey ona soluk ve cansız görünür. Sanki rüyalar alemi ile gerçek dünya yer değiştirmiştir. Mark-Alem bir sonraki izin gününde şehre asla inmeyeceğini söyler.

İmparatorluğun izleyeceği politikanın rüyalara bağlı olması her imgeyi politik yapar, herkes potansiyel olarak tehdittir, adeta paranoyak bir iktidar modeli sunar: “burası, devletimizin meselelerinin bilincindeki karanlık tarafların, devletimizle doğrudan iletişime geçtiği tek organ”dır (s.51).

Kuşku yok ki bir bütün olarak Kadare’nin Rüyalar Sarayı romanı Arnavutluk’un diktatör rejiminin bir alegorisidir. Rüyaların tasnif edilip böylesine soluk, tek boyutlu, paranoyakça yorumlandığı bir evrenin tehlikelerini anlatan Kadare’nin rüyaları bir savaş alanı olarak seçmesi tesadüf olmamalı. İnsanın özgür olabildiği rüyalar aleminde bile tutsaklığı (gece rüyalarının süregiden yaşamı yeniden ürettiğine dair bizi uyaran Bloch’u hatırlayarak) ve tahayyül gücüne vurgusu, aynı zamanda sosyalist gerçekçilik ile hesaplaşma olarak görülebilir. 2019’da yayınlanan söyleşisinde Kadare şöyle demişti: “Tiran’daki öğrenimimden sonra, Moskova’daki Gorki Enstitüsü’ne gönderildim. “Sosyalist gerçekçiliğin seçkin birlikleri”nin gönderildiği yerdi orası. Rejime resmî yazarlar imalatı için. İçinizdeki her tür yaratıcılık hevesinin, her tür özgünlük tohumunun ezildiği üç sene.”

Kadare’nin söyleşisindeki “anormal bir ülkede normal bir edebiyat yarattım” ile biten son sözleri, gerçekçi olanın kurgudan daha gerçekdışı olduğunu imler, bu yüzden yarattığı evreni anormal görmemeliyiz. Bu sözleri romandaki Kurt’un sözleriyle karşılaştırın: “Mantıklı bir dünyada saçma olabilirdi,” dedi Kurt. “Bizim dünyamızda ise tersine, gayet normal.” (s.52)

Romanın özgül tarihsel bağlamı yitip gitmiş gibi görünse de, ardında bıraktıklarından sızan ışık bizleri hala etkiliyor. Kafka ile Orwell’in evrenleri birleşiyor, belki daha fazlası. Kadare’nin devlet yönetiminin merkezine rüyaların yorumlandığı bir kurumu koyması ya da günümüze uygun ifadesiyle “enformasyon”u koyması son derece korkutucudur. Bugün hiç kimsenin zorlaması olmaksızın rızamızla “rüya kayıtlarımızı” Big Data Sarayı’na teslim ediyoruz.

Peki tüm bunların seçilen başlık ile ne ilgisi var? Neden Big Data Sarayı? Romanın özgül tarihsel bağlamı yitip gitmiş gibi görünse de, ardında bıraktıklarından sızan ışık bizleri hala etkiliyor. Kafka ile Orwell’in evrenleri birleşiyor, belki daha fazlası. Kadare’nin devlet yönetiminin merkezine rüyaların yorumlandığı bir kurumu koyması ya da günümüze uygun ifadesiyle “enformasyon”u koyması son derece korkutucudur. Bugün hiç kimsenin zorlaması olmaksızın rızamızla “rüya kayıtlarımızı” Big Data Sarayı’na teslim ediyoruz. “Zaten insan hayatının en karanlık noktalarına hakim olanların ellerinde, hiç şüphesiz muazzam bir güç vardı” (s.169). Kurgusal Osmanlı İmparatorluğu ya da “Rüyalar Sarayı” değil içinde olduğumuz Big Data bunu yapar, veri toplar, kategorize eder, etkileşime geçtiğimiz her şeyi, her metayı, her içeriği, veriye dönüştürülebilecek her şeyi depolar. Romanda Ana Rüya için, ”her şey… Ana Rüya’ya bağlı.” (s.105) denmişti ve bu “Ana Rüya” tamamen uydurma olabilir, politik figürler tarafından yerleştirilebilir, böylece bir rüyanın “Ana Rüya” olarak seçilmesini sağlayan güçler bunu düşmanlarını ezmek için kullanır. Sultanın politikasını yönlendirecek bu “Ana Rüya” bir savaş nesnesidir, hakimiyeti için mücadele edilen hayali bir enformasyondur, “gerçeklere dayanmayan korkunç bir güç”tür (s.105). Bu günümüz hakikat-sonrası rejimine çok uygundur. Hakikat-sonrası bir anlamda bu “Ana Rüya”dır ya da “Egemen Enformasyon”dur, onu elde eden her şeyi elde eder. Bugün için söylenebilecek en rahatsız edici gerçek “Tabir Sarayı”nın gerçekleşmiş olmasıdır.

“Mark-Alem, dayısını can kulağıyla dinliyordu. “Gerçeklere dayanmayan korkunç bir güç,” diye tamamen büyülenmiş bir şekilde tekrar etti içinden” (s.105).


[i] İsmail Kadare, Rüyalar Sarayı, Ankara: Kyrhos Yayınları, 2009.

[ii] Kokobobo, A. (2011). Bureaucracy of Dreams: Surrealist Socialism and Surrealist Awakening in Ismail Kadare’s The Palace of Dreams. Slavic Review , 524-544. http://www.jstor.org/stable/10.5612/slavicreview.70.3.0524 .

Exit mobile version