Site icon Terrabayt

Barbie ve Monster High: Değişen İlgi ve Usanma Eşikleri


İnsan-sonrası bir döneme girdiğimiz artık daha fazla telaffuz ediliyor. İnsan yerine “antroposen” gibi cins bir isim kullanılıyor. İnsan-sonrası manzarada trajik, romantik, avangard veya onların zarfı olarak modern öznenin insanlığını yeniden üretemediği bir zamanın halleri tasvir ediliyor. Böyle bir iklimde yazan edebiyatçılar Bildungsromanlar gibi büyüme öykülerini değil de her alandaki çözülmeyi, yozlaşmayı daha fazla tarife değer buluyorlar. Sağlam karakterler yaratmak, tutarlı hikâye örgüleri, kenarları ve köşeleri belli bir atmosferi tasvir etme çabası artık edebi yeteneklerdeki noksanlığı, edebiyat düşüncesindeki nahifliği işaret ediyor biraz. Tüm ifade alanlarında vasıflarını yitirerek anti kahramanlara dönüşmeye başlayan insan öznesi, hayvanlardan, başka canlılardan ve kutsal varlıklardan ayrı bir yer açamıyor kendisine; nesneleşmekten uzaklaşamıyor. Zaten antroposen türünde bir canlı, özneleşme veya insan olma çabasının diğer varlıklar kadar kendi hilafına gerçekleştiğini biraz olsun fark etti. Böyle bir tür antropolojinin de sonunu ilan ediyor, insanın neredeyse bir nesneden farksız olduğunun bildirisine dönüşüyor. Agamben gibi söylersek, “antropolojik makine” artık iyi çalışmıyor. Bernard Stiegler, insan-sonrası dönemlerin öznesi olarak antroposen türü için “entroposen” ifadesine başvurur. İnsanın çok boyutlu yıkıcı etkinliklerini anlatan disipline ise “entropoloji” adını verir. İnsan, yoğun entropi üreten bir canlı olarak diğer yaşam alanlarını, habitatları bozar.

Bu durumda yazarlar veya sinemacılar, ütopyaların yerine her şeyin birbirine ölçüsüzce karıştığı distopyaların sahnesi anlatılarla kendilerini daha fazla dile getiriyorlar. Karakter çizgileri, mizacı olan varlıkların kozmetik gerçeğini değil de, karışmanın, iç içe geçmenin kaotik dramını daha sahici buluyorlar. Çocuklar da artık Barbie’nin pembe dünyasını değil Monster High türünden dehşetli bebeklerin evrenini daha çekici buluyorlar. Ama çok farklı görünseler de her ikisini de Mattel firması üretiyor. Sistem bizim ütopik veya distopik ilgilerimize fazla takılmadan erkenden böyle meyilleri tasnif edip, ona uygun nesneler üretmekte gecikmiyor. Kapitalizm demekte ısrar etmemiz gereken böyle bir sistem kozmos ve kaosu, kozmetik ve kaotik olanı peş peşe ele geçirmiş görünüyor. Bu karmaşık yapının gizli işleyen görüngübilimi en öngörülü düşünürün, sanatkârın, edebiyatçınınkinden bile daha dakik işleyebilir. Bu atletik üretkenliğin bir sebebi de metabolizmasını kendisine borçlu bünyelere eşyalar temin etmesinden ileri gelir. Bu sayede sistem kendi yarattığı, sınırladığı bir iklimde yetişen endemik bedenler ve zihinler için neyin uygun olduğuna, yakışacağına daha kolay karar verebiliyor.

Bernard Stiegler, insan-sonrası dönemlerin öznesi olarak antroposen türü için “entroposen” ifadesine başvurur. İnsanın çok boyutlu yıkıcı etkinliklerini anlatan disipline ise “entropoloji” adını verir. İnsan, yoğun entropi üreten bir canlı olarak diğer yaşam alanlarını, habitatları bozar.

Bir yandan da böyle bir kültür ikliminde distopyalar içerisinden akıl yürütmek daha çekici görünüyor. Çok kökensel bir dürtü de bunun nedeni olabilir. Kaza sahnelerini yol kenarında durarak seyretmek, doğal felaket kayıtlarını heyecanla izlemek, deprem ânına, tsunamiye ekran başından tanıklığın cazibesine kapılmak, suç dizilerine daha fazla ilgi göstermek ve hattâ iş makinelerinin toprağı altüst eden hareketlerini gösteren hafriyat sahneleriyle büyülenmek aynı güdüden besleniyor olabilir. Böyle bir zamanda tertip içinde, klasik oranlara sahip şeyleri ve hadiseleri seyretmekten ziyade, yerinde duramayanı, değişmekte olanı izleme arzusu hâkim olur. Oyuncak bebek Barbie’lerin kozmolojisi içerisinde gezinen Şeker Kız Candy veya Heidi’nin yerine yakın zamanlarda Monster High gibi türlü demonik şekiller alan çizgi film karakterleri da bu değişimle alâkalı olabilir. Böyle çizgi filmlerin iyiyi ve güzeli değil, şekilsizi, karmaşayı tembihleyen halleri de benzer bir yere çıkıyordur muhtemelen. Tenhalaşmış, tüm tertibatların bozulduğu yeryüzünde vahşi hayvanların kent merkezlerinde gezindiği, binaların bitki örtüsüyle kaplandığı felaket sonrası manzaralar da benzer bir distopya ilgisini yansıtır.

Bu ilgiyi her zaman olumsuz yorumlamamak gerekir. Distopik sahnenin okuru, izleyicisi, dinleyicisi, aynı zamanda karşısında yeniden düzen verebileceği bir dağınıklık bulur. Karmaşık ve değişmeye açık bir yer ve zamanda serbest kalan nesneler arasında kendi ifadesini geliştirmesi daha kolaydır. Etrafa daha serbestçe yayılmış nesneler, yorumunu, eleştirisini celbeder, iradesini kullanması için daha açık bir zemin vaat eder. Oysa tanımı gereği içtihat, tefsir, ifade kapılarının kapandığı ütopyalar, artık yorumun ötesine geçmiş klasik ölçüler gibi, kendinden menkul bir ilkeyi vaz’ eder. Bu durumda ütopik düzen distopik ilkeye karşı despotik bir nitelik edinir. Ütopyalara dönük kuşkuda, haklı gerekçeleri de olan yakın zamanlı bu ilgisizlikte, komünizm gibi ütopyaya benzeyen bazı girişimlerin kötü tecrübeler şeklinde hafızalarda yer tutmasının da etkileri vardır. Ama bir yandan da ütopyalardaki asude hayat, çekişmelerden uzak manzara, ölçülü dünya tahayyülünün ima ettiği tarihin sonu tezleri de alıcısına katlanılmaz geliyor olabilir. Değişimin nihayete erdiği bir dünya resmi, içerikleri bozmaya, biçimleri dağıtmaya, karıştırmaya açık geç-kapitalist, modern-sonrası eğilime ve onun ifadeci zihniyetine yer bırakmaz.

Ütopyalara dönük kuşkuda, haklı gerekçeleri de olan yakın zamanlı bu ilgisizlikte, komünizm gibi ütopyaya benzeyen bazı girişimlerin kötü tecrübeler şeklinde hafızalarda yer tutmasının da etkileri vardır. Ama bir yandan da ütopyalardaki asude hayat, çekişmelerden uzak manzara, ölçülü dünya tahayyülünün ima ettiği tarihin sonu tezleri de alıcısına katlanılmaz geliyor olabilir.

Her şeyin ertesini işaret eden modern/hakikat/insan-sonrası zamanlarda çocukların veya yetişkinlerin ilgi eşikleri düştükçe, onların etraflarıyla alâkalarını tekrar tahrik edecek şekilde kültür sanat dünyasının failleri de yeni arayışlar içerisine girerler. Ama özellikle avangard sanatla birlikte yenilikten çok şok edici olanı üretmek daha önemli olmaya başlar. Sadece meta üreticileri değil, sanatkârlar da bir çeşit “adrenalin bağımlılığına” cevap vermek durumunda kalabilirler. Her seferinde daha yeni ve daha ilginç olanı üretmeye dönük modern dürtüyü kaybetmemek isterler. Ama ilginç, şok edici temalar ve farklı şekillerde ortaya çıkan bir ürün, Barbie ve Monster High bebekler gibi temelde aynı biçimin yeniden üretimi de olabilir. Çünkü ne kadar farklı dünyaları olsa da, iki bebeğin beden ölçülerinin, el ve ayak duruşlarının neredeyse farksız olduğu görülebilir. Onların daha ütopik veya daha distopik görünen, pembe veya siyah kozmolojileri arasında çok büyük ayrımlar olmayabilir. Çünkü yaygın bir piyasa üretimi için avangard biçimlerin üretimine son vererek sadece muhtevaya, görünüşte farklılıklara odaklanmak zorunludur. Kitlesel üretim için avangard moment sonlanmalı, sanatkârın çığır açan hamlesi yok olmalıdır. Bu şekilde yeni olanı sadece görünüşlerde arayan bir piyasaya cevaben tüketicilerin ilgi ve usanma döngüsü de kısalır. Çünkü tüketici hakikat-sonrası sahnede sahici bir eşyayla, olayla veya deneyimle karşı karşıya olmadığını bilir.

Bu yaratıcılık noksanlığı biraz da modernizm içerisinde biçimlerin üretim ve tüketiminin çok erkenden tamamlamış olmasından ileri gelir. Modern-sonrası tahayyül bu biçimsel kısırlığının üzerine yerleşir. Bazen anlatacak ilginç hikâyeleri olan kültür üreticileri aynı zamanda yeni biçimler yaratmakta zorlanırlar. Tüketicinin her alanda bulduğu ama anlam veremediği yavanlığın sebebi de bu olabilir. Barbie ve Monster High gibi birbirine benzemediğini zannettiğimiz bebekler aynılaşır bu durumda. Tüm yeni oyuncaklardan hızlıca usanan, arzu nesnelerinden kısa aralıklarla kurtulan, ilgisini çabuk yitiren bir çocuk için adrenalin tutkusu çok erkenden başlar. Ona teklif edilen oyuncaklardaki görsel, işitsel, dokunsal aşırılıklara yetecek zihinsel veya bedensel olgunluk olmadan önüne çıkanla oynamaya başlar. Sonrasında fazla zaman kaybetmeden yeni oyuncakların, eğlencelerin arayışı içerisine girer. Bu döngünün olası sonuçları çok erken yaşta beliren otistik görünümler veya süreğen ergenlik halleri olabilir. Ergen, arzusu ve nesnesi arasında son bulmayan uyumsuzluktan mustarip bir tiplemedir. Julia Kristeva bitmeyen ergenliği ve otistik tahayyülü zamanımız için ayırt edici saydığı “ruhsuzlaşma”nın görünümleri arasında sıralar.[1]

Beden ve zihnin beraber çalışmasını sağlayan ruhsal aygıt, modern/hakikat/insan-sonrası zamanlarda nesne ilişkilerindeki aşırılıklara koşut şekilde çok farklı isimlerde hastalıklara yakalanır. Kristeva’ya göre bu hastalıkların temel sebebi genelleşen ruhsuzlaşma olgusudur.

Diğer yandan değişen, daralan ilgi eşiklerini yakalamak isteyen bir sistem içinde “erken ayartılma” genelleşir. Monster High türünden varlıkların doldurduğu distopik bir kozmolojide küçük yaşlardan itibaren erkenden ayartılan bir bünye kendine özgü bir benlik ve onunla uyumlu nesne ilişkileri geliştirmekte zorlanır. Aynı durum Barbie’nin dünyasına maruz kalanlar için de geçerli olabilir. Kendilik ve nesne ilişkilerindeki hasarın sebebi arzular ve nesneler arasındaki ilişki noksanlığıdır. Böyle birisi şuurunda ve şuurdışındaki sayısız kesintiler nedeniyle olgunlaşamaz, ruh sahibi olamaz. Bedenler ve ruhsal aygıtlar nesnelere çok erkenden yakalanır. Böyle nesnelerle ve kendisiyle ne yapacağını bilemeyenler için ruhsal travmanın türlü biçimleri yüzeye çıkar. Beden ve zihnin beraber çalışmasını sağlayan ruhsal aygıt, modern/hakikat/insan-sonrası zamanlarda nesne ilişkilerindeki aşırılıklara koşut şekilde çok farklı isimlerde hastalıklara yakalanır. Kristeva’ya göre bu hastalıkların temel sebebi genelleşen ruhsuzlaşma olgusudur. Hastalanacak bir ruh olmadığında beden ve zihin birbirinden ayrı belirtiler vermeye başlar. Onları dolayımlayan bir ruh olmadığında beden bir otomata, zihin bir muhasebe aracına veya zekâya indirgenir. Zihin ve beden arasındaki ütopik, mesut beraberlik ihtimali azalır.


[1] Julia Kristeva (2017). Ruhun Yeni Hastalıkları, çev. Nilgün Tutal, İstanbul: Ayrıntı.

Exit mobile version