Site icon Terrabayt

Anlatıların Topolojisi: Nihat Hatipoğlu, Antigone ve III. Murad


Okurun yapabileceğini okura bırak.

Ludwig Wittgenstein

Benim için okur potansiyel bir yaratıcıdır; okura bir çalışma aracı, ya da daha iyisi… [b]ir referanslar derlemesi sunuyorum.

Roland Barthes, Sesin Rengi

 

Problem. Herkesin sebebini tam açıklayamadığı tuhaf takıntıları vardır. Benim son aylarda edindiğim bir takıntı, tanınmış bir televizyon hatibi olmanın yanı sıra diğer koltuğunda da “Gaziantep İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörü” unvanını taşıyan Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu gazete köşesinde ne yazmış diye ara ara bakmak oldu. Hatta daha evvel onun bir fıkrası hakkında kısa bir yazı yazmışlığım var.[1] Yine günlerden birinde ilahiyatçımızın yazılarına göz gezdirirken “Yerdeki Günahkâr Ceset” başlığını gördüm.[2] Aldığım Avrupa-merkezci eğitim gereği maalesef ilk aklıma gelen Hatipoğlu’nun Sophokles’in tragedyası Antigone hakkında bir yazı yazmış olduğuydu.[3] Benimle aynı dertten mustarip olanlar bilir: Antigone, Oedipus’un kızıdır. Oedipus, kralı olduğu Thebai’yi kasıp kavuran veba salgını ile kıtlığın nedenini soruştururken bilmeden babasını öldürüp annesiyle evlendiğini öğrenir. Şehri felakete boğan lanetin nedeninin bizzat kendisi olduğunu anlayan Oedipus gözlerini kör eder ve sürgüne gider. Gitmeden önce kendinden olma, annesi Iokaste’den doğma kızları Antigone ile Ismene’yi dayısı (o meşum talihsizlik –dustukhia– nedeniyle kızlarının da dayıları ve kendisinin ayrıca kayınbiraderi olan) Kreon’a emanet eder.[4] Iokaste’den doğma oğulları Eteokles ve Polyneikes babalarından sonra şehri sırayla yönetmeye karar verirler, fakat yönetimi kardeşine devretme vakti geldiğinde Eteokles sözünden cayar. Polyneikes Argos Kralı’na sığınır, kızıyla evlenince de kayınbabasından aldığı orduyla kardeşine savaş açar. İki kardeş de ölür, iktidar Kreon’a geçer. Kreon, Eteokles’i devlet töreniyle defneder, fakat Polyneikes’in cesedini ceza olarak ortada bırakır, gömülmesine izin vermez, emri hilafına hareket edeni de ölümle tehdit eder. Antigone emre itaatsizlik eder, amacı ne pahasına olursa olsun kardeşini usulünce gömmektir.[5] İşte günahkâr bir cesetten bahsedilince aklıma ilk gelen bu öykü oldu.

Yanılmışım. Yazıyı okuyunca gördüm ki Prof. Hatipoğlu’nun bahsettiği, “Nalıncı Baba” olarak bilinen bir zanaatkârın cesediymiş. Yazıda detaylı anlatılıyor, ben özetliyorum: Sultan III. Murad rüyasında tanımadığı birinin “cesedimi sen yıka ve cenazemi kaldır” dediğini duyar. Anlam veremez, yanına veziri Siyavuş Paşa’yı alarak tebdil-i kıyafet şehre iner. Yerde üstü örtülü bir ceset görür. Ahaliye ölüyü niye defnetmediklerini sorunca sağlığında nalıncı olan bu adamın hiç camiye uğramadığı halde hep elinde şarap taşıdığı, para karşılığı cima eden kadınları evine götürdüğü, bu günahları yüzünden cenazesini kaldırmadıkları cevabını alır. Vezir kendilerinin de bu işe karışmamasını tavsiye eder. Sultan cesedin yüzüne bakınca bunun rüyasındaki adam olduğunu görür. İşin peşine düşer, önce ölüyü yıkar, sonra kaldırıp evine götürür ve yaslı eşine adam hakkındaki iddiaları sorar. Hepsi doğrudur, küçük bir farkla: Nalıncı, şarapları kimse içmesin diye satın alıp evindeki kubura dökermiş. Bari o gece çalışmasınlar diye kadınların parasını verir, evinde ağırlar, onlara dini öğütler verirmiş. Kocasını kimsenin gömmeyeceğine hayıflanan karısına “endişelenme, beni kimse yıkamazsa III. Murad yıkar, kimse defnetmezse o defneder” dermiş (ruh uzmanları bunun nalıncının bilinçdışı fantazisi olduğunu söyleyecekler hemen). İşin aslını öğrenen padişah ölüyü evinin arka bahçesine bizzat kendisi gömer. Hatipoğlu’nun da vurguladığı gibi, olayların dış görünüşüyle yetinmektense iç yüzünü kavramayı öğütleyen, “dışı harap ve virâne gibi olan nice insanın Allah’a onları kötü ve yoldan çıkmış zanneden binlerce insandan çok daha yakın olduğunu”[6] gösteren bu dini mesel, bildiğim, sevdiğim mesellerden biriydi. Fakat Antigone ile arasındaki benzerlikler yukarıda adı geçen başlık altında ona tekrar rastlayınca dikkatimi çekti. Her ne kadar trajik içerik tümüyle boşaltılmış, kurgusu ilk bakışta tanınmayacak kadar değiştirilmiş olsa da iyi kulak kabartılırsa Antigone’nin uğultuları hâlâ duyulabiliyordu. Bir saniye: Bu “derinlerden” (de profundis) gelen seslere vurgu yapan[7], metnin dehlizlerinde gizlenen anlamları sondajlayarak çekip çıkarmayı çağrıştıran “uğultu” metaforu pek hoş durmadı. Günümüzde yaygınlaşmış metin okuma pratiklerine bağlı kalarak ilgili metinlerin yüzeyindeki gösterenleri (signifiers) ve bunlar arasındaki bağlantıların izini sürdüğümü söylemeyi yeğlerim (yüzey araştırmasına dikkat çeken iz sürme metaforu daha iyi durdu). Hatta matematikten bir benzetmeye başvurmam mazur görülürse, çok farklı anlatıların birbirlerine “topolojik” olarak dönüştürülebildiğini, bu yazının özelinde bir tragedyanın geometrisinin İslam ahlâkına dair bir menkıbeninkine “süreklilik dâhilinde deforme edilip” dönüştürülürken değişmeden kalan ortak özellikler olduğunu göstermeye çalışacağım.[8]

İşlem. Her iki anlatıyı birbirine bağlamamı sağlayan ortak gösteren elbette günahkâr olduğu öne sürülen birine ait, yerde yatan ceset. Meselde cesedin günahkârlığına karar vermiş olan, tragedyada olduğu gibi hükümdar değil, benimsedikleri dinin hükümlerine göre davranan halk. Kreon tragedyada ağırlık merkezlerinden birini oluşturacak kadar önemli bir figür olduğundan, -şimdi uydurduğum- “anlatıda korunum ilkesi” uyarınca bırakın kolayca ortadan kaldırılmayı, yeni görev yerinde daha küçük bir sorumluluğu üstlenmeyi kabul etmesinin bile zor olacağı açık. O halde eski konumunu korurken bir yandan da Thebai’den Istanbul’a rahat taşınabilmesi için baştaki zalimliğinden ve sondaki talihsizliğinden arındırılması gerekir. III. Murad’ın bir yandan hükümdar kimliğiyle Kreon’u, öte yandan cesedi gömme iradesiyle Antigone’yi kendi şahsında birleştirdiği, yani bir anlamda tragedyadaki karşıtları uzlaştırdığı (coincidentia oppositorum) söylenebilir. Bu bileşimin amacının padişahın siyasi iradesinin yeri geldiğinde ölünün ortada bırakılmasına gerekçe olarak sunulan yerleşik şer’i hükümlerin de “ötesine” geçebildiğini göstermek olduğunu düşünüyorum. III. Murad ölünün yüzünü gördükten sonra “Rubicon’u geçer”. Meselin III. Murad’ın rüyasıyla başladığını da hesaba kattığımızda tragedyanın ortalarında Polyneikes’i gömdürmediği takdirde Kreon’un başına felaketler geleceğini söylemek için sahneye çıkan kâhin Teiresias’a da artık lüzum kalmadığı, bu figürün daha en başta III. Murad göstereni içinde eritildiği açıktır (o halde kör kâhine eşlik eden çocuk da Siyavuş Paşa’nın bünyesine kaydolmuştur). Bu “güçler birliği” olgusunu kimileri despotik Doğu’nun iktidar anlayışının tipik alâmetlerinden biri olarak görebilir: Doğu toplumlarında hükümdar yegâne karar merciidir, bu nedenle kendisine karşıt olarak konumlanma ihtimali olan tüm unsurlar bunu çağrıştırabilecek her yerden sonsuza dek silinmelidir. Buna en bilindik örnek kardeş katlidir, fakat Antigone’den de görülebileceği gibi bu yalnızca Doğululara özgü olmayan, tarih boyunca hemen her yerde rastlanan bir temadır. Adı üniversite amfilerinde hep çınlayası Herbert Marcuse’nin dediği gibi: “Tarih baba katlinin peşi sıra kardeş katlidir”.[9]

Siyasete ara verip edebiyata(!) dönüyorum: Siyavuş Paşa, III. Murad’ı kararından caydırmaya çalışmasıyla Antigone’nin kız kardeşi Ismene’ye karşılık gelir.[10] Ayrıca her iki figür de kendi anlatılarında korkaklıkları ve çekingenlikleriyle eşlik ettikleri kahramanların kararlılığını öne çıkarma işlevi taşır.[11] Peki, kardeşine iktidarı devretmeyen Eteokles meselde nereye kayboldu? Devletin başındaki III. Murad eliyle, hem de vezirinin eşliğinde, yani bir anlamda “devlet töreniyle” gömülmesine baktığımızda, esasen herhangi bir iktidar iddiası olmayan Nalıncı Baba’nın cesedinin devletlu Eteokles ile hain Polyneikes’in sentezi olduğu söylenebilir.[12] Geriye nakletmemiz gereken (metaphorein) iki kişi kaldı: Kreon’un oğlu Haimon ve eşi Eurydike. Tragedyanın sonunda her ikisi de bu edebi türün olağan protokolleri uyarınca intihar ederler. Hükümdar babasına isyan eden (tövbe hâşâ), ardından intihar eden (Allah affetsin) Haimon’un meselimizde kat’a yeri yok, bu nedenle onun aynı tarihlerde bir gemiyle Londra’ya göç ettiği, orada Romeo ve Juliet’in Romeo’suna dönüştüğünden şüpheleniyorum.[13] Acılı eş/anne Eurydike’nin ise Nalıncı Baba’nın acılı eşine dönüştürüldüğü söylenebilir. “Refika” göstereninin meseldeki işlevi tragedyadakinden daha önemlidir, zira eşinin masumiyetinin yegâne şahidi olma ve sonunda hakikati dile getirme görevini üstlenir. Yine Avrupa-merkezciliğim nüksetti: Burada Slavoj Žižek’in “İslam arşivleri” ile ilgili ilginç tespitinden faydalanabiliriz. Žižek’e göre kendisine ilk kez vahiy gelmeye başladığında Hz. Muhammed bunları ilkin poetik halüsinasyon emareleri zannetmiştir. Onun ilahî mesajı aldığına inanan ve kuşkularından dolayı kendini adeta toplumdan dışlanacak bir meczup gibi görmesine mâni olan ilk kişi bir kadın, ilk Müslüman unvanını da taşıyan eşi Hz. Hatice’dir.[14] Žižek’e göre inanma hiçbir zaman doğrudan değildir, inanmam için evvela ötekinin bana inanması gerekir, inandığımız şey ötekilerin bize olan inancıdır. Hz. Muhammed bu döngüsel destek sayesinde, yani kendisine inanan başka biri aracılığıyla kendi mesajına inanır.[15] Bu son dönüşümle birlikte zaten uzun zaman evvel isimsiz bilgelerin gerçekleştirdiği, Antigone’yi Nalıncı Baba menkıbesine topolojik olarak eğme işlemini yapıyı çok yırtıp koparmadan ben de başarabildiğimi zannediyorum.

Sonuç. Burada yapılan yalnızca soyut bir topoloji işlemi değildi elbette: Bu sayede yerde sahipsiz yatan bir cesedin masumiyeti kanıtlanmış oldu da usulünce defnedilebildi. Fakat içimde bir tamamlanmamışlık hissi var, zira bu yazı hemen aklıma yakın zamanlarda memleketimizin çeşitli illerinde yerde yatan başka masumları getirdi. Çok fazlalar, ben ilk aklıma gelenleri söyleyeyim: Rabia Naz Vatan, Nadira Kadirova, Yeldana Kaharman…. Tıpkı benim merak ettiğim gibi böylesine ilham verici bir yazı yazan Nihat Hatipoğlu’nun da merak ettiğini düşünüyorum: Yerde yatmaya devam eden bu ve başka bedenlerin rüyalarına girdiği yöneticilerimiz var mı?


[1] https://terrabayt.com/kultur/eszamanlilik-thomas-de-quincey-ve-nihat-hatipoglu/ (Erişim tarihi: 04.08.20). Takıntımın bu yazıda açıkladığım olayla başladığını söylemeliyim.

[2] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hatipoglu/2020/06/19/yerdeki-gunahkar-ceset (Erişim tarihi: 04.08.20)

[3] Batı medeniyetinin eserlerine çokça maruz kalmakla bulaşan Avrupa-merkezcilik uçuk virüsü gibidir, bir defa bünyeye yerleşti mi çaresi yoktur; sıkça Batılı kavramlara başvurursunuz, aklınıza hep Avrupaî anekdotlar gelir. Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan bile olsanız kâr etmez. Nitekim başlık “günahkâr” sıfatı olmadan sadece “Yerdeki Ceset” olsaydı, bu kez de aklıma Alfred Hitchcock’un yerde yatan bir ceset etrafında gelişen olayları anlattığı The Trouble with Harry (1955) filmi gelecekti muhtemelen. Bakın, geldi işte…

[4] Dayının bazı durumlarda babanın yerini almasıyla ilgili ilginç bir yazı için, Claude Lévi-Strauss, “Dayının Dönüşü”, Hepimiz Yamyamız içinde, çev. H. Bayrı, Metis, İstanbul, 2014, s. 147-153.

[5] “Önsöz” (Güngör Dilmen), Eski Yunan Tragedyaları 1: Persler-Antigone içinde, çev. G. Dilmen, Mitos Boyut, İstanbul, 1997, s. 13-14.

[6] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hatipoglu/2020/06/19/yerdeki-gunahkar-ceset

[7] Hoş, Oscar Wilde’ın De Profundis isminde, aslında hapsedildiği Reading Zindanı’ndan sevgilisi Lord Alfred Douglas’a yazdığı bir mektup olan bir kitabı var. Tesadüf diyelim: Antigone de Kreon’un emriyle “derinlerdeki” bir zindana atılır/diri diri gömülür, nişanlısı/dayısının oğlu Haimon da onun yanına inip orada art arda intihar ederler.

[8] https://www.britannica.com/science/topology (Erişim tarihi: 04.08.20)

[9] “History is fratricide after patricide”. Herbert Marcuse, Negations: Essays in Critical Theory, MayFly Books, Londra, 2009, s. 176. Hadi biraz siyasal psikanaliz: Marcuse (Norman O. Brown’ın görüşlerinden yola çıkarak) aynı yerde devletin temelini teşkil edenin bir suç, ilksel suç olduğunu, zira devletin kardeşlik (fraternity) tarafından şekillendirildiğini, bu ortak (siyasal, ulusal) dayanışmayı yaratanın da ortak suç olduğunu söyler. Bu ilksel suçtan sonra biraderler arasında, babanın mirası etrafında bitmeyen bir mücadele başlar. Marcuse, a. g. y. Kayıtlara bakılırsa boğdurulan beş kardeşi ile babası II. Selim’in cenaze törenleri III. Murad’ın tahta çıktığı güne rastlar. https://islamansiklopedisi.org.tr/murad-iii. Soru: Padişahımızın rüyasında kendisine seslenen ceset, devletin kökenindeki bu suçu işaret ediyor olabilir mi?

[10] Paşa iki kez buna teşebbüs eder. Şayet üç kez yapmış olsaydı İsa’yı horoz ötmeden önce üç kez inkâr edecek olan havarî Petrus’a benzeyebilirdi, bu da tahmin edileceği gibi hiç istenmeyen karışıklıklara yol açardı. Sonuçta yüce birinin karşısında bir ölü yatıyorsa kişi ya ölüyü diriltmeli ya da usulünce gömmeli…

[11] Nalıncı Baba meseli ayrıca Kehf Sûresi, 60-82. ayetlerde, Hz. Musa ile derin bilgiye sahip (Hz. Hızır ya da İlyas olduğu düşünülen) birinin karşılaşmalarının ve birlikte seyahatlerinin anlatıldığı kısmı da çağrıştırmaktadır. Orada Hz. Musa olayların içyüzünü anlayabilecek durumda olmadığı için hiç soru sormayacağına söz vermesine rağmen yolculukları boyunca Hızır’a yaptığı eylemlerin (bir geminin gövdesini delme, bir çocuğu öldürme, kendilerine iyi davranmayan bir köyde yıkık bir duvarı kaldırma) nedenini sorar. Üçüncüde Hızır artık birlikte seyahat edemeyeceklerini söyler, fakat olayların yalnızca dışyüzüne odaklanmış Musa’ya yanlış görünen eylemlerinin içyüzünü açıklar.

[12] Niyeyse aklıma Tansu Çiller’e atfedilen “devlet uğruna kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözü geldi. İlk bakışta burada çelişkili bir durum var gibi duruyor. Arthur Koestler’e göre aynı soruya hem evet hem hayır yanıtını vermek, hem onaylamak hem reddetmek, bilmek ve bilmemek “bilinçdışına” özgü bir durumdur. Bu durumda “devletin bilinçdışı” işbaşında gibi görünüyor. Arthur Koestler, Uyurgezerler, çev. E. B. Ersöz, Phoenix Yay., Ankara, 2013, s. 72.

[13] İslam’a “avdet” edip Ferhat ile Şirin’in Ferhat’ı olduğunu söyleyen uzmanlar da var (zira “her doğan İslam fıtratı üzerine doğar, sonra anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi ya da Mecusi yapar” diyen bir hadisten bahsedilir).

[14] Slavoj Žižek ve Boris Gunjevic, Acı Çeken Tanrı, çev. A. Çiltepe, Sel Yay., İstanbul, 2013, s. 99. İtalik Žižek’e ait.

[15] Žižek, a. g. e. Bu durumda kendisine inanan hiç kimse olmadan yalnızca kendi bilinci içinde kalsaydı Nalıncı Baba da yaptıkları sayesinde cenazesinin ortada kalmayacağı, onu hiç olmazsa padişahın gelip kaldıracağı fikrine ölene dek bağlı kalamayacaktı. Sormadan edemiyorum: Kendi karısını geçelim, sağlığında iyilik ettiği ve hakikati bilen “o kadınlar” neden halka rağmen, en azından Antigone’nin yaptığı gibi gizlice cenazeyi gömemediler? Basitçe, meselde Kadın’ın elinden her tür irade jesti alındığı için diye düşünüyorum.


 

Exit mobile version